Tülay Hatmoğulları: Gelin, barışı hukukla kuralım, demokrasiyle görkemli hale getirip bu ülkenin geleceğine armağan edelim
Tülay Hatmoğulları: Gelin, barışı hukukla kuralım, demokrasiyle görkemli hale getirip bu ülkenin geleceğine armağan edelim
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, haftalık Meclis Grup Toplantısı’nda güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Toplantıya, 1 Mayıs vesilesiyle işçi sendikaları, belediye emekçileri, mevsimlik tarım işçileri, moto kuryeler, sağlık emekçileri, inşaat işçileri, fabrika işçileri, vinç operatörleri, hal çalışanları, öğretmenler, gazeteciler, orman işçileri ve işsizler katıldı.
Hatimoğulları'nın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
Konuşmama başlamadan önce, şu an hala hastanede bulunan Sevgili Sırrı Süreyya Önder’e geçmiş olsun dileklerimizi bir kez daha iletmek istiyorum. Doktorları dün yaptıkları açıklamada Önder'in hayati tehlikesinin artarak devam ettiğini ifade etti. Çok üzgünüz ama bizler umudumuzu hiçbir şekilde yitirmedik, yitirmeyeceğiz. Sevgili Sırrı Süreyya sadece bir yazar, sanatçı, siyasetçi değil. Onun hayat hikayesi bu ülkenin acılarla, umutlarla ve mücadelelerle dolu hikayesinin bir parçasıdır. Ondandır yürek çarpıntımız ve sessizce bekleyişimiz. En umutsuz anlarda bile umut olmayı bilmiştir. Biz de onun gibi umut etmeye devam edeceğiz. Barış sürecinde attığı her adım, söylediği her söz bu ülkenin geleceğine olan inancını gösterdi. Biz de inancımızı onun gibi asla kaybetmeyeceğiz. Seni bekliyoruz hepimiz; arkadaşların, yoldaşların, halk, bu parlamento, bu kent, bu ülke, bu toplum seni bekliyor. Sırrı Başkan aramıza geri gel. Barışın aktörü olarak bugüne kadar verdiği bütün mücadeleleri başarıya ulaştırmaya ramak kalmışken, bir kez daha diyoruz ki aramıza geri dön ve yarım bıraktığın işi gel hep birlikte tamamlayalım.
MİLYONLAR BÜYÜK BİR FELAKETİ KIL PAYI ATLATTI AMA İKTİDARIN AKLI FİKRİ HALA KANAL İSTANBUL'DA
Değerli Türkiye halkları, 23 Nisan’da 6,2 büyüklüğünde bir deprem yaşadık. İstanbul halkı başta olmak üzere, depremden etkilenen bütün yurttaşlarımıza buradan geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum. 6 Şubat’ta büyük acılar yaşamış halklar olarak, yine İstanbul depreminde yüreğimiz ağzımıza geldi. Büyük felaketin eşiğinden dönmüş olmak büyük bir teselli oldu bizlere. Ama bu depremle bir kez daha gördük ki milyonlar olarak depreme karşı korumasızız. Düşünün, İstanbul milyonların yaşadığı bir kent ve neredeyse Türkiye’nin çeyreği. Büyük bir deprem riski taşıyor ama belediye başkanı şu an tutuklu, belediye yönetimi tutuklu, çoğu kişi görevinden alınmış. İstanbul’daki belediyelerin bazılarına kayyım atanmış. İstanbul, depremi bu şekilde karşıladı. Kentin yönetimini ve iradesini siyasi operasyonlarla felç eden iktidar, İstanbulluları bir çaresizlik içinde izleme moduna sokmuştur. Felaket kapıdayken hala önlem alınmıyor. İstanbul iki büyük tehditle karşı karşıyadır: Biri depremin kendisi, biri de rant anlayışıdır. Milyonların hayatı “kader” denilerek geçiştirilemez. Deprem doğanın gerçeğidir ama ihmalkarlık açık bir cinayettir. Deprem ile ilgili ihmaller, rant uğruna yapılan ihmaller halkı adeta ölüme terk etmek demektir. İstanbul’da toplanma alanlarını yok edenler ve imar rantına göz yumanlar bu felaketin apaçık ortaklarıdır. Yıllardır mega projelerle, AVM’lerle ve gökdelenlerle İstanbul büyük bir felaketin eşiğine sürüklendi. Oysa herkes çok iyi bilir ki İstanbul’un güvenliği demek Türkiye’nin güvenliği demektir. Bilimle ve ortak akılla hareket etmek, insan hayatını her şeyin önüne koymak zorundayız. Milyonlar büyük bir felaketi kıl payı atlattı ama iktidarın aklı fikri hala Kanal İstanbul’da. Kanal İstanbul Projesi İstanbul’u ateşe atmak demektir. Bu kürsülerden çok dillendirdik, depremi yaşamışlar olarak bir kez daha dinlendiriyoruz: Kanal İstanbul Projesinden derhal ama derhal vazgeçin. Güvenli konutlar ve sağlam altyapı yerine rant projeleri peşindeler. Biz betonun değil yaşamın peşindeyiz.
DEM PARTİ OLARAK DEPREMZEDEMERİN YANINDAYIZ
Bakın, 6 Şubat Depreminden dersler çıkarılmadığını yaşanan İstanbul depreminde biz bir kez daha gördük. Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçti ama hala insanlar konteynerlerde yaşamak zorunda. İktidar rant için depremzedeye adeta bir müşteri gibi davranmaya devam ediyor. Sağlam işyerlerinin ve konutların olduğu yerlerde istimlak siyasetini yürütmeye devam ediyorlar. Antakyalılar, Defneliler, Samandağlılar bundan rahatsız. İnsanlar kendilerini iş makinelerinin önüne atıyor. Her gün orada bir eylem var, her gün orada bir itiraz var. Ama “rezerv alan” adı altında istimlak politikalarına devam ediyorlar. Defneliler, Samandağlılar, Antakyalılar, “Sesimi duyan var mı?” diyor. Tıpkı enkaz altında dedikleri gibi. DEM Parti olarak sesinizi duyuyoruz. Taleplerinizi alanlarda, meydanlarda, yürüttüğümüz mücadelede sizlerin yanında olarak da parlamentoda bu kürsülerden de dile getirmeye devam edeceğiz. Buradan bir kez daha diyoruz ki bu istimlak politikalarından, bu rezerv politikalarından derhal vazgeçin ve makul çerçevedeki mekanlarda konut yapımını hızlandırın. İstanbul’da yaşanacak bir depremde Türkiye bu enkazın altında kalır. İstanbul’da yaşanacak depreme geldi geçti diyemez hiç kimse. Geçmedi, tehlike devam ediyor ve önlem alınmak zorunda.
BELEDİYELERİMİZİN DOĞAL AFETLERE KARİI ÇALIŞMAYA DEVAM ETMELERİ İÇİN KAYYIM ATAMALARINDAN VAZGEÇİLSİN
Merkezi hükümete düşen görev, yerel yönetimleri kayyımcı ya da fiili kayyım anlayışıyla yıpratmak, gözaltına alıp tutuklamak değil; tam tersine yerel yönetimlerle koordineli bir şekilde bu süreci yürütmektir. Bu zorunludur, başka çare yok. Bakın, biz bu konuyu konuşurken aklıma Van Büyükşehir Belediyemizin bir icraatı geldi. Açılışına ben de katılmıştım AKOM’un. Afet Koordinasyon Merkezi. Açılışı Van Belediyemiz gerçekleştirirken inanın belediye eşbaşkanlarımız da AKOM’un personeli de oradaki kadrolar da bayramlık çocuklar gibi sevinçliydi. Çünkü sadece Van’a değil, deprem bölgesi olan bütün o muhite hizmet edecek büyüklükte ve ölçekte bir kurumu oluşturmuşlar ve halkın hizmetine sunmuşlardı. Ama bu iktidar ne yaptı? Bu kadar çalışkan olan belediye eşbaşkanlarımızı görevden alarak yerlerine kayyım atadı. Oysa onlar, bu ve benzeri daha fazla projeye imza atmak, kente ve halka hizmet etmek için seçildiler. Buradan bir kez daha bu iktidara sesleniyoruz: Bütün kayyım atamalarından derhal vazgeçin. Seçilmiş belediye eşbaşkanlarımızı ve belediye başkanlarını acilen görevlerine iade edin. Başta doğal afetler olmak üzere kent hizmetlerinde merkezi hükümet koordineli bir biçimde çalışmalarını sürdürmelidir. Belediyelerimizden elinizi çekin.
DEPREMİ YAŞAMIŞ YIRTTAŞLARIMIZIN SESİ OLMAYA VE BİRLİKTE YOL YĞEĞMEYE DEVAM EDECEĞİZ
Buradan İstanbul için de şunları söylemek isterim. Mega projeler derhal bırakılmalıdır. Anında tıkanan trafiğe mutlaka çözüm üretilmelidir. Çalışmayan GSM operatörlerine, toplanma alanlarına derhal çözüm üretilmelidir. Birkaç gün önce yaşadığımız 6,2’lik depremde bu sorunların bizleri nasıl zora soktuğunu bir kez daha deneyimledik. Biz İstanbul’a baktığımızda tarihi, insanı, capcanlı bir yaşamı görüyoruz. Bu rantçı anlayış ise sadece rant ve dolar görüyor. Değerli İstanbullu yurttaşlarımız; biz İstanbul’u ve yaşamı savunmaya devam edeceğiz. Depremi yaşamış değerli yurttaşlarımızın sesi olmaya, haklı talepleriniz için sizlerle birlikte yol yürümeye ve mücadele etmeye devam edeceğiz. Asla yalnız değilsiniz, DEM Parti olarak her daim yanınızda olacağız.
EMEK, BARIŞ VE ÖZGÜRLÜK İÇİN TÜM EMEKÇİLERİ VE HALKLARI 1 MAYIS'TA ALANLARA ÇAĞIRIYORUZ
1 Mayıs arifesinde bu grup toplantımızı gerçekleştiriyoruz. Bugün aramızda baretli işçi kardeşlerim var, birçok iş kolundan işçi kardeşlerim var. Bir kez daha hepinize hoş geldiniz diyorum. Bizler de DEM Parti olarak, “Emeğin Özgürlüğü ve Demokratik Toplum İçin 1 Mayıs’a” şiarıyla Türkiye’nin her yerinde alanlarda, meydanlarda olacağız. Sayın Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı yeni bir dönemin kapısını aralamaktadır. Bu çağrı; ekmek barış ve demokrasiyi büyütme çağrısıdır. Barış, emekçiler için ekmek kadar hayatidir. Barış dönemlerinde ekmek mücadelesi daha etkili ve sonuç alıcı olur. Demokratik toplum, işçinin ve ezilenlerin yaşam güvencesidir. Emek barışla nefes alır, barış da emekle. Barış olmadan refah olmaz. Kaynaklar savaşa değil insanca yaşama akmalıdır. Örgütlü emek barışla güçlenmelidir. Bu yıl hem Kürt illerinde hem de batıda güçlü bir 1 Mayıs için hep birlikte hazırlanıyoruz. Biz biliyoruz ki Kürt halkının özgürlük mücadelesi, işçilerin emek mücadelesi içindir. İşçilerin birliği, halkların kardeşliği sadece bir temenni değildir. Türk işçinin Kürt işçi kardeşiyle kaderinin aynı olduğunu fark edip elini tutmasıdır. Kürt annenin Türk anneye, “Acımız aynı, o halde barış için el ele verelim” demesi ve el ele tutuşmasıdır. İşte o zaman işçiler birlik, halklar kardeş olur. Ekmek, barış ve özgürlük için tüm emekçileri ve halkları 1 Mayıs’ta alanlara çağırıyoruz. Zamlara, hayat pahalılığına, yoksulluğa, savaşa ve sömürüye karşı hep beraber alanlarda olacağız. 8 Mart’ın cesareti ve Newroz’un coşkusuyla 1 Mayıs’ta emeğin özgürlüğü için alanlarda olacağız. 1 Mayıs'ta atılan her slogan zulme karşı bir çığlık olacaktır. Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği! Yaşasın 1 Mayıs, biji yek gulan!
SERMAYENİN TOPLUMA MARŞI SÜRDÜRDÜĞÜ SAVAŞIN EN ZORBA DÖNEMLERİNDEN BİRİNİ YAŞIYORUZ
Değerli Türkiye yurttaşları, bugün sermayenin yüzlerce yıldır topluma karşı sürdürdüğü savaşın en zorba dönemlerinden birini yaşıyoruz. 2025 yılı 1 Mayıs’ı işçiler ve ezilenler tarafından karanlığın en zifiri olduğu bir dönemde gerçekleşiyor. Sistem, sadece bir kar aracı değil büyük bir ölüm makinası gibi çalışıyor. Şu fotoğrafa hep beraber bakalım. Bu 16 yaşındaki Diyar Kişoğlu’nun fotoğrafı. Bu genç Van’dan kalkıp Maraş’a çalışmaya gidiyor. Geçtiğimiz gün bu genç işçi şantiyesinin yatakhanesinde yaşamına son veriyor. Bu fotoğrafa da hep beraber iyi bakalım. Bu fotoğraf ise 14 yaşındaki Abdurrahman’ın fotoğrafı. Yine geçtiğimiz aylarda Niğde’nin Bor ilçesindeki Organize Sanayi Bölgesinde kolunu makinaya kaptırıyor ve hayatını kaybediyor. 14 yaşında bir çocuk işçi. Afganistanlı göçmen işçi Vezir Muhammed Nurtani. Muhammed, Zonguldak'ta ruhsatsız bir maden ocağında çalışırken hayatını kaybediyor. Delilleri ortadan kaldırmak için bedeni ateşe veriliyor. Bu olayla ilgili yargılananlar ne yazık ki adaletsiz bir yargılama sonucu yine cezasız kalıyor. Bunu kabul etmek mümkün değil. Muhammed, 3 çocuk babası ve onunla ilgili var olan tek şey bu fotoğraf. Geriye ona dair hiçbir şey kalmamış. Onun eşi, “Benim çocuklarım çocuk değil mi, eşim eş değil mi?” diyor. Ne yazık ki Türkiye’de iktidarın işçilere reva gördüğü yaşam budur.
YAŞAMLARIMIZA VE EMEĞİMİZE SAHİP ÇIKMAK İÇİN 1 MAYIS'TA ALANLARI HINCAHINÇ DOLDURALIM
Sadece son 3 ayda 450’ye yakın işçi iş cinayetlerinde katledilmiştir. Son 20 yılda, yani AKP’nin “refah dönemi” diye ifade ettiği dönemde 35 bine yakın işçi iş cinayetlerinde yaşamını kaybetmiştir. Ama bizler bu konuda asla sessiz kalmadık, kalmayacağız. Yapabileceğimiz çok şey var. Abdullah için, 13-14 yaşında çalışan çocuklar için yapabileceğimiz çok şey var. Bunun için daha çok örgütlenmeliyiz, daha çok mücadele etmek zorundayız. Dünyayı var eden siz işçilersiniz. Siz bir gün, sadece bir gün çalışmayın, bütün hayat durur. İşte işçinin ve emekçinin gücü budur. Bu güce sahip olan işçiler ve emekçiler elbette ki en iyi yaşam hakkını, bu koşulların sağlanmasını hak etmektedir. Bunu talep etmek onların en doğal hakkıdır. Sonuna kadar da bu haklarının yanındayız. Sadece kol işçileri değil birçok hizmet sektöründeki işçiler; kamu emekçileri, temizlik işçileri, moto kuryeler, çağrı merkezi çalışanları, dijital platformlarda çalışanlar, part-time çalışanlar ve burada sayamadığım yüzlerce iş kolundaki emekçi kardeşlerimiz kapitalizmin çarkının içinde ezim ezim ezilmektedir. Yeni teknoloji dünyasında iş ve emek anlayışı hızla dönüşürken, milyonlarca işçiyi yani insanı ucuz ve atılabilir olarak görüyorlar. 7/24 çalıştırmak artık hayatın temel mottosu olarak sunulmaktadır bu sistem tarafından. İşçi ve emekçilerin yaşamını tehdit eden, hakkını gasp eden kapitalizme karşı hep birlikte mücadele etmeye ve geleceğimizi savunmaya devam edeceğiz. Bu sebeple emeğimiz ve yaşamlarımız için, çocuklar ve gençler için 1 Mayıs alanlarında buluşalım. Alın terimize, yaşamlarımıza, emeğimize, ekmeğimize, tenceremizde kaynayan yemeğimize sahip çıkmak için 1 Mayıs’ta alanları ve meydanları hıncahınç doldurmaya var mısınız?
YOKSULLUKTA, AÇLIKTA, SEFALETTE, KREDİ KARTI BORÇLARINDA AKP REKOR KIRIYOR
Sadece işçiler, emekçiler, emekliler değil; gençler, işsizler, esnaf olarak hepimiz çok büyük bir ekonomik buhranın ve sefaletin içindeyiz. İnsanlar en temel ihtiyaçlarını bile artık karşılayamaz durumda. Türkiye’de 3,6 milyon kişi aşırı yoksulluk koşullarında yaşamaktadır. Buna yaşamak denirse tabii. İnsanlar en temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Gerçek tablo bunun çok daha ötesidir. O kadar vahim ki insanlar artık sevdiklerine mezar taşı bile koyamaz hale geldi. Mermer çok pahalanmış, taş pahalanmış. Artık mezar taşı olarak plastik bir levha koymayı zorunlu hale getirdi bu sistem. 22,5 yıllık AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği nokta budur! Hepimiz ay sonunu getirmek için borcu borçla çeviriyoruz. Artık ekmeği bile kredi kartıyla alıyoruz. Bireysel kredi kartı borçluluğu tarihin en yüksek seviyesine ulaşmış durumda. 2 trilyon 500 milyar lira insanların kredi kartı borcu var. Evet, AKP rekor kırıyor ama yoksullukta, açlıkta, sefalette, kredi kartı borçlarında rekor kırıyor. Bakan Şimşek enflasyonun olduğunu kabul ediyor, artık inkar edemiyor. Çünkü yurttaş gidip dayanıklı tüketim ürünleri alıyormuş, buzdolabı ve çamaşır makinesi falan alıyormuş! Allah aşkına, buna güler misin ağlar mısın? İnsanın aklıyla alay etmek tam da buna denir. Bakan Şimşek, buradan sana seslenmek istiyorum. Sen insanların aklıyla alay mı ediyorsun? İnsanlar, bırakın buzdolabı ve çamaşır makinesi almayı, ekmek bile alamıyor. Enflasyonun nedeni yurttaşın kendisi mi? Buna bir bilim insanı olarak sen inanıyor musun gerçekten? Toplumu yanıltan açıklamalar yapmayın bari.
EV İÇİ EMEK SOSYAL GÜVENCEYE KAVUŞTURULMALI, KADIN YOKSULLUĞU SON BULMALIDIR
Biz 7/24 demokratik toplum, demokratikleşme diyoruz, değil mi? Bakın, ekonomide adaletin kapısını açacağı için de demokratik toplum diyoruz. Demokratik bir toplumda halk, enflasyonun sebebi olarak suçlanmaz; sefalet olmaz. Böyle bir vergi soygunu asla olmaz. Demokratik bir toplumda milyonlarca insan üç beş tefecinin, faizcinin eline düşmez. Bakın, yaşadığımız bu sistemin adı düpedüz sömürü düzenidir. Bu düzene halk artık yeter diyor. Bizler de halkın sesi olarak, açlık çeken milyonlar adına buradan bir kez daha ifade ediyoruz: Artık yeter, artık yeter, artık yeter! 16 milyona yakın yurttaşımız açlık sınırının altında olan asgari ücrete mahkum. Asgari ücret bir insani sorundur. İktidar bu durumu görmezden gelemez, gelmemeli. Yılın ikinci yarısında asgari ücret yeniden yapılandırılmalıdır. Memur ve emekli maaşlarına zam yapılmalıdır. Asgari ücretle çalışanlar için elektrik, su ve doğalgaz kullanımı asgari ihtiyaçlar sınırına kadar ücretsiz bir biçimde karşılanmalıdır. Çiftçilerin borç yükü hafifletilmelidir. Yakın zamanda zirai don faciasıyla çiftçiler dibin dibini görmüş durumda. Çok büyük zarar ettiler. Öncelikle bu çiftçilerimizi unutmamak lazım. Onların bütün mağduriyetleri giderilmelidir. Uygun kredi ve destek sağlanmalıdır. Ayrıca tarım işçileri için güvenceli ve insanca yaşam hakkı sağlanmalıdır. Ev içi emek sosyal güvenceye kavuşturulmalı, kadın yoksulluğu son bulmalıdır. Geliri olmayan kişilere belli şartlar altında temel yurttaşlık geliri sağlanmalıdır. Biz güvencesiz çalışmanın sona ermesi, kadınların iş yaşamında eşit ve güvenli koşullarda çalışabilmesi, çocuk işçiliğinin ve iş cinayetlerinin son bulması için mücadele ediyoruz.
KADINLARIN DOĞURUP DOĞURMAYACAĞI A, KAÇ ÇOCUK DOĞURACAĞINA KADINLAR KENDİLERİ KARAR VERİR
Sevgili kadınlar; haklarımıza, yaşamlarımıza, bedenlerimize yönelik saldırılar hız kesmeden devam ediyor. Gün geçmiyor ki absürt bir uygulamayla karşı karşıya kalmayalım. Sağlık Bakanlığı eliyle uygulamaya konulan Normal Doğum Eylem Planı ve 19 Nisan’da yürürlüğe giren Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkındaki Yönetmelik ile hayata geçirilmek istenen de tam da böyle absürt bir uygulamadır. Kadınların doğurup doğurmayacağına, kaç çocuk doğuracağına kadınlar kendileri karar verir. Kadınlar nasıl doğum yapacaklarını siyasi iktidarla müzakere etmez. Doktoruyla oturur konuşur ve birlikte karar verir. İktidara düşense bu kararlara saygı duymak ve kadın sağlığını koruyacak politikaları hayata geçirmektir. Geçtiğimiz hafta sonu Van’da toplanan 58 kadın örgütünün yeniden gündeme taşıdığı Rojin Kabaiş’in akıbeti nedir, Gülistan Doku nerede sorularının yanıtını bekliyoruz. İktidara düşen görev bu sorulara yanıt vermektir, şiddetle etkin bir biçimde mücadele etmektir. Ayrıca farklı cinsiyet kimliklerine ve cinsel yönelimlere karşı nefret suçlarını körükleyen kanun teklifinin sunulması yine bu erkek aklın, eril anlayışın eseridir. Dayatılan erkek egemen politikalara biz kadınlar “Eh ne yapalım boynumuz kıldan incedir, bu devran böyle gelmiş böyle gider” demedik, demeyeceğiz. Elinizi bedenimizden, emeğimizden, kimliğimizden derhal çekin! Bizler “Jin Jiyan Azadi “şiarıyla mücadele eden kadınlarız ve öyle olmaya devam edeceğiz.
İKTİDAR VE ANA MUHALEFET PARTİSİ OL AK ÜZERE HERKESE SESLENİYORUZ: ELİNİZİ TAŞIN ALTINA KOYUN, TOPLUM ARTIK BARIŞ İSTİYOR
Halklarımızın barış ve demokratik çözüm talebi inanılmaz derecede hızlı büyüyor. Bu bize çok büyük umut veriyor. Barış arayışımızı çok yönlü bir mücadeleyle sürdürüyoruz. Sadece siyasi temaslarla sınırlı kalmadık; haklarımızla doğrudan buluşarak barış talebini büyütüyoruz, sokağın ve toplumun her kesimine taşıyoruz. 10 Nisan’dan bu yana her yerde ev ziyaretleri, mahalle toplantıları yapıyoruz. Kent kent ziyaretleri sürdürüyoruz, sürdürmeye devam edeceğiz. Ev ev gezerek halkın beklentilerini, önerilerini ve eleştirilerini alıyoruz. Ayrıca süreç hakkında değerli halklarımızı bilgilendiriyoruz. Eş Genel Başkanlar olarak yazdığımız mektup halklarımızla paylaşılıyor. Hedefimiz 3 milyon hane. Ziyaret ettiğimiz her ev, barış ve demokratik toplum mücadelesini büyütüyor. Barışı, milyonları içerecek şekilde toplumsallaştırmanın imkanında görüyoruz. Gittiğimiz her evde, çaldığımız her kapıda, yaptığımız her toplantıda barış için dualar ve temenniler alıyoruz. Gülizar Yaşar, bir Kürt kadın, Barış Annesi. Çatışmalı süreçte abisi, kızı ve oğlu dahil 19 yakınını kaybetmiş bir Kürt anne. Hem Türk hem Kürt annelere seslenerek, “Herkes bu sürece sahip çıkmalıdır. Sahip çıkmalıdır ki ne bir Türk annenin gözyaşı aksın, ne bir Kürt annenin gözyaşı aksın” diyor. Bizler de buradan Gülizar annemize diyoruz ki senin bu haklı talebinin, bütün ödenmiş bedellerle beraber bu haklı talebinin yanındayız. Başta iktidar ve ana muhalefet partisi olmak üzere herkese de sesleniyoruz: Elinizi taşın altına koyun. Toplumun taleplerine kulak verin. Bu toplum artık barış istiyor, onurlu bir yaşam istiyor. Bir tek yolumuz var, bir tek yolumuz. Gülizar annenin ve burada ismini sayamadığım birçok Türk, Kürt ve Arap annenin haykırışı. Ya barış ya barış ya barış! Başka seçeneğimiz yoktur.
GELİN, BARIŞI HUKUKLA KURALIM, DEMOKRASİYLE GÖRKEMLİ HALE GETİRİP BU ÜLKENİN GELECEĞİNE ARMAĞAN EDELİM
Barış ve demokratik toplum ancak herkesin siyasi iradesine saygı duyulmasıyla gerçekleşir. İstanbul’dan Van’a, Şişli’den Halfeti’ye halk iradesini yargı darbeleriyle ortadan kaldırmaya çalışmak barış sürecine çok büyük zararlar vermektedir. Demokratik geleceğin umudunu baltalamaktadır. Çözüm en geniş mutabakata dayanarak sürdürülmelidir. Ana muhalefet başta olmak üzere muhalefet bu mutabakat sürecinin dışında tutulmamalıdır. Bu sürecin dışında tutulması hedeflenir ve benzer adımlar atılırsa ne yazık ki bu süreçler akamete uğrar. Tarihte böyle örnekleri çok gördük. Barışla ortaya çıkacak demokratikleşmeyi yok saymak, siyasi rekabeti galip gelme üzerinden ele almak bu sürece büyük kaybettirir. Siyaset yapma hakkının da barışın da güvencesi hukuka dönmektir, hukuku işletmektir, demokratikleşmektir. Gelin, barışı hukukla kuralım ve demokrasiyle görkemli hale getirip bu ülkenin geleceğine hep beraber armağan edelim. Geçtiğimiz hafta heyetimiz Adalet Bakanı ve heyetiyle çok önemli bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmeden sonra her bir vekil arkadaşımız, grup Başkanvekillerimiz, Eş Genel Başkanlar olarak bizler her gün onlarca telefon aldık. Acaba yargı paketinde ne olacak? Acaba çocuklarımızı kapsayacak mı? Bu sorularla çok karşılaşıyoruz. Toplumun beklentisi bu anlamıyla artık çok büyük.