Şimdiki kadar çok televizyon kanalı yokken, haber sunuşunu çok beğendiğim, aynı zamanda siyasi tartışma programları da yapan Ali Kırca derdi ki; “Dünyanın hiçbir ülkesinde, Türkiye’deki kadar çabuk değişmez gündem.”
Eski Başbakan ve Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’e aittir “Siyasette 24 saat çok uzun bir süredir” sözü.
“PKK’nın milis unsuru olan DEM’in milletvekillerinin kendilerinin ve danışmanlarının maaşları; devletten alacakları Hazine yardımı dahil,2024 yılında devlete mali yükleri yaklaşık 940 milyon liradır… DEM’lilerin maaşları ve Hazine yardımları derhal kesilmelidir. (21 Ağustos 2024)
“Terör örgütü lideri Öcalan Meclis'e gelsin. DEM grubunda konuşsun.” (22 Ekim 2024)
Son iki söz, son seçimler öncesi meydanlarda, “Kılıçdaroğlu seçimi kazanırsa, Kavala, Demirtaş ve İmralı’daki caniyi serbest bırakacaktır” diye propaganda yapan MHP lideri Bahçeli’ye aittir. Gel de, Demirel’e ve Kırca’ya hak verme!
Türkiye’de gündeme yetişmek mümkün değil. Zırva da, aklı başında öneriler de çok. Aynı kişiler, aynı gün içerisinde yüz seksen derece farklı görüşler söyleyebiliyorlar.
Türkiye’nin çözülmesi gereken birincil sorunu, Kürt sorunudur. Kürt sorunu, sadece iktidarın ya da muhalefetin tek başlarına çözemeyecekleri büyüklüktedir. Kürt sorununun çözümü, beraberinde demokratikleşmeyi, eşit insan olmayı, kardeşliği getirir. Kürt sorunu, ancak toplumsal mutabakat ise, TBMM’de çözülecek büyüklükte bir sorundur. Tıpkı; İspanya’da Bask (ETA); İngiltere’de İrlanda (İRA) sorununun çözüldüğü gibi. Sorunu çözecekler de istisnasız tüm taraflardır. Kimse “Babasının bağından bir cırtım üzüm bağışlıyor” havasına girmemeli. Sorunun demokratik yoldan çözümü konusunda Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan’ın demeçlerinin aksine, Sayın Selahattin Demirtaş’ın, yani “Edirne”nin çabaları, Kürt siyasal hareketinin temsilcisi partiyi Türkiye partisi yapma uğraşı yadsınamaz. Tüm engellemelere karşın, gün geldi bağımsız, şartlar olgunlaştığında, parti olarak seçimlere girdiler; 12 Eylül faşist rejiminin armağanı, seçim barajını yerle yeksan ettiler. Ederlerken de tüm demokrasi bileşenlerini “senin oyun yarım, senin oyun bir” diye ayırmadan bir araya getirdiler, TBMM’de 3. büyük parti oldular.
“Sorunun çözümünde muhatabımız DEM Parti ve İmralı’dır. Edirne ve Kandil değil” lafını ciddiye almıyorum. "Siyaseten" söylenmiş sayıyorum. Muhatap, İmralı kadar, Bahçeli’dir.
Erdoğan kadar, Demirtaş’tır. DEM kadar, CHP’dir.
Gizli gündemlerle yola çıkıp, asıl amaç olan Anayasa'daki Cumhurbaşkanlığı adaylığı maddesini değiştirmek hedeflenirse, sorun çözülmez; kilitlenir.
Bakın, faşist Franco’nun İspanya’sında, Franco’nun ölümüyle, onun yerine kral olan Don Juan Carlos, muktedirdi. Ordu, Franco’nun ordusu, anayasa, Franco dönemi anayasa ve parlamento, Franco döneminde yapılan seçimle(!) oluşan parlamento iken, iktidarını garantilemeyi değil; Avrupa’nın en demokratik anayasasına sahip olmayı ve Bask Sorununu çözmeyi istedi. İsteseydi, veliahdı olduğu Franco gibi yönetebilirdi ülkesini.
Demokrasi hedefine ulaşmak için, atadığı Başbakan Adolfo Suarez ile, faşist rejimin dışladığı, illegal çalışan PSOE (İspanya Sosyalist İşçi Partisi), PCE (İspanya Komünist Partisi) ve ayrılıkçı partiler dahil, bu partileri yasallaştırarak sisteme dahil ettiler. Kendilerinin kurduğu UCD (Demokratik Merkez Birliği) öncülüğünde, Franco Dönemi özlemi yaşayan Franco’cu kurumlar, geçiş dönemini sabote etmek için terörü tırmandıran ETA ve benzeri ayrılıkçı örgütlere rağmen 1977 Haziran’ında seçimleri yaptılar. UCD, %34,8 oyla parlamentonun %47’sini; PSOE, %29.4 oyla parlamentonun %33.7’sini kazandı. Franco’nun düşman bellediği PCE, üçüncü parti oldu. UCD ve PSOE, parlamentonun %80’ine hâkim oldular. Sıra demokratik anayasa yapımına geldi.
Kral Carlos, “İspanyol halkının bütün özelliklerini kapsayacak ve tarihsel ve güncel haklarını güvence altına alacak yeni bir anayasa hazırlayın” dedi düne kadar, sürgünde olan siyasetçilerin içinde olduğu, Kurucu Meclis payesi verdiği parlamentoya. Hem Kral, hem de Başbakan Suarez, sonraki seçimlerin galibinin, yıllarca faşist rejim altında ezilen, hor görülen, sürgünlere giden ve İspanya’da geniş halk yığınlarını temsil eden sol partiler olacağını tahmin edebiliyorlardı. Elbette, o partilerin de İspanya’nın geleceği ile ilgili söyleyecekleri, "ayakları yere basan" sözleri vardı. (Nitekim, PSOE Genel Sekreteri Felipe Gonzales, 1982-96 yılları arası İspanya’da Başbakanlık yapmıştır.)
Yeni anayasa, seçim sonrası 17 ay gibi bir sürede hazırlanıp, parlamento sonrası halkın %83.87 desteği ile 6 Aralık 1978'de kabul edildi.
BASK Sorununun çözümü için bulunan formül şuydu:
Katalan Milliyetçi Partisi CİU ve Bask Milliyetçi Partisi PNV, “Euskadi (İspanya’da üç bölgeden oluşan Bask Ülkesi) ve Katalonya birer millettir. İspanya olsa olsa ‘milletler milletidir’ diyorlardı. Sonuçta, kabul edilen İspanya Anayasası'nın 2. maddesi der ki:
“Anayasa, İspanyol milletinin vazgeçilmez birliği, bütün İspanyolların ortak ve bölünmez vatanı temeline dayanır ve ONU OLUŞTURAN MİLLİYETLERİN VE BÖLGELERİN ÖZERKLİK HAKKINI ve aralarındaki dayanışmayı tanır ve güvence altına alır.” Böylece de millet ve milliyet kavramları bütünleştirilmiş, itirazlar yumuşak bir geçişle aşılmıştır.
3. Madde, İspanyolca'yı devletin resmi dili olarak tanıtır ve “diğer İspanyol dillerinin de özerk topluluklarda resmi dil olacağı” yazılır. 4. Madde, “özerk toplulukların kendilerine özgü bayrak veya flamaları, resmi bina veya seremonilerde, İspanyol bayrağı ile birlikte kullanılır” diye hükme bağlanmıştır. Burada temel amaç; İspanya’daki milliyetlerin entegrasyonunu sağlamaktır.
İkinci bir dile, bayrağa resmiyet kazandırmak, milletin birlik ve bütünlüğünü bozan, vatanı parçalayan ve bölen ödünler değildir, böyle yorumlanamaz. Bunu yüreklice savunmak için de, demokrat bir bakış açısına sahip olmak gerekir. Ve sonuç olarak, İspanya Anayasası, Avrupa’nın en demokratik anayasasıdır.
Bu süreç içinde ayrılıkçı örgütler içinde bölünmeler yaşandı, marjinal gruplar oluştu. Örgütlerin bir kesimi “dayatma”yı kabul etmedi. Ama, İspanya’da terör bitti.
Türkiye’de, “verilen izin” ile DEM’li Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder İmralı’ya gittiler. Görülen o ki, birkaç sefer daha yapılacak. PKK’nın, YPG’nin bir kesiminin Öcalan’dan gelecek talimata uyacağını, Öcalan’ın “silahları bırakın, örgütlerinizi lağvedin” diyeceğini de sanmıyorum.
“Müzakere edin” mealinde kapalı mesaj verecektir diye düşünüyorum. 2019 İBB ikinci tur seçimlerinde ‘talimat’ına ne derece uyulduğunu görecek kadar siyasetçidir Öcalan.
Siyasete yön veren siyasetçilerimiz(!), sonuç almak istiyorlarsa, kendi kafalarında oluşturdukları formülleri bir yana bırakıp, TOPLUMSAL MÜTABAKAT aramalıdırlar.
Anayasalar, kişiler için ya da güncel tıkanıklıkları gidermek için değiştirilmez. Sonuç alınsaydı bizde alınırdı. 12 Eylül Anayasası defalarca değiştirildiği halde; değiştirme ihtiyacı görülüyorsa, eski değişiklikler hiçbir şeye yaramamış demektir.
Herkesin doğrusu, kendi doğrusudur, başkalarının doğrusu değildir.
Gelin, genel doğruyu hep beraber bulalım.