Nurettin Aslan
Köşe Yazarı
Nurettin Aslan
 

KAHRAMANA İHTİYACIMIZ YOK

KAHRAMANA İHTİYACIMIZ YOK. KAHRAMANA İHTİYAÇ DUYMAYAN BİR TOPLUMA İHTİYACIMIZ VAR. (BERTOLT BRECHT) Son bir ay yaşadıklarımıza bakalım: 18 Mart salı günü İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2025/44681 soruşturma sayılı dosyasına dayanarak, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diplomasını “usulsüz yatay geçiş-yokluk-açık hata” gerekçeleriyle, “geri alınmak suretiyle” iptal edilmesi kararı almış; 19 Mart sabahı saat 06.00’da da İmamoğlu-Şişli Belediye Başkanı Emrah Şahan-Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık ve bazı belediye üst düzey bürokratları, “yolsuzluk-terör örgütü ile işbirliği” suçlamalarıyla gözaltına alındılar. İmamoğlu, “yolsuzluk” suçlamasından tutuklandı, terör suçlamasından tutukluluğuna gerek görülmedi. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu demokratik ülkelerde yaşanması düşünülemeyecek şeyleri yaşadık son 15-20 gün, yaşamaya da devam ediyoruz. Tutuklamalar sonrası, ülkenin birçok yerinde, çoğunluğu üniversite öğrencisi olan on binler-yüz binler, alanlarda yapılan hukuksuzlukları protesto etti. Toplumun her kesiminden (AKP ve MHP’ye oy verenler de) insan vardı protestocular içerisinde.  Kimi depremde, deprem çadırlarını parayla depremzedelere satan Kızılay yöneticilerine tepkiliydi; kimi KPSS sınavında yüksek puan aldığı halde mülakatta elenerek işe alınmamasına. Kimi tarım girdilerine (ilaç-tohum- akaryakıt-vs.) yapılan zam ve dolaylı vergiler yüzünden tarlasını ekememesine, kimi çoluk-çocuğuna yiyecek olarak pazar artıklarını götürmesine tepkiliydi. Kimi de iktidar vekillerinin yurtdışında ıstakozlu yemek fotoğraflarına. Herkesin tepkisinin birleştiği nokta, İmamoğlu’na yapılan haksız-hukuksuz uygulamaya karşı alanlarda birleşmek oldu. Bu toplanmaların finali de bana göre, 700-800 bin kişilik büyük "Maltepe Mitingi"ydi. (700 bin m2’lik Maltepe’deki parkın, kürsü ve 15 Temmuz Şehitleri Camisi arasındaki 180 bin m2’lik kısmı doluydu. Sıkışık mitinglerde m2’ye 4 kişi hesaplanır.) Gelelim sadede: 18-19 Mart “İmamoğlu Darbesi”yle, 2028 yılında yapılacağı öngörülen Cumhurbaşkanlığı seçiminde, en önemli iki rakibinden birini, İmamoğlu’nu elediğini düşünen AKP iktidarı, yağmurdan kaçarken doluya tutuldu. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in sıkça, “Ben teknik direktörüm, gol atamam. Ancak benim gol atacak iki forvetim var” dediği herkesçe biliniyor. Özgür Özel oyuna girip gol atamayacağına göre, elinde kalan forvetinin gücünü artıracak formüller bulmak zorunda. İkinci forvete (ABB Başkanı Mansur Yavaş) gelince, artı ve eksilerine bakalım: Artısı, “karşı tribün”lerden de olumlu alkış alması. Geldiği yer orası. Herkesçe bilinir. Çok partili yaşamımızda,1950 seçimlerinden bu yana, Kürt seçmenlerin desteğini alamayan hiçbir kişi ya da siyasi parti iktidar olamamıştır. Menderes-Demirel-Ecevit- Özal ve en son Erdoğan bu sava en iyi örneklerdir. Türkiye Cumhuriyeti, Türklerin-Kürtlerin-Arapların-Ermenilerin-Lazların, kısaca ülkedeki tüm etnik yapıların ortak yurdudur. Ne “atanmış”ların, ne de seçilmişlerin; kimsenin başkasını, başka etnik yapıları, onların değerlerini küçümseme, o değerlere hakaret etme hakkı yoktur. Devlet herkesin devletidir. Devlet, etnik ayrım gütmeden, bütün vatandaşların emrindedir. Forvetin eksisine gelince, mensubu olduğu takımı, ikinci takımları olarak gören başka takım taraftarlarına, özellikle de Kürt taraftarlara henüz kendisini kabul ettirememesidir. Seçmen, hele de Kürt seçmen, siyasetçinin ağzından çıkan söze çok dikkat eder, anlam yükler, yorumunu da öyle yapar. (Televizyonlarda izleyiciye ayar vermeye kalkan, güdümlü “her şeyi bilen”lerden de hazzetmez. Seçmenin gücünü öne çıkaracaklarına, kendilerine göre “kurtarıcı kahraman” yaratanları da sevmez. Söz açılmışken, TELE1’de yorum yapan Yalçın Doğan’ın yorumlarını, Kılıçdaroğlu düşmanlığını, CHP delegesini ihraç ile tehdit etmesini, “demokrat” kişiliği ile bağdaştıramadım). İster “ülkenin bekası”, ister “terörsüz Türkiye özlemi”, gerekçesi ne olursa olsun; MHP’nin lideri Devlet Bahçeli, “bebek katili-terör örgütü elebaşısı” dediği Öcalan’ı TBMM’ye davet ediyor, “örgütünün kurucu lideri” sıfatını yakıştırıyorsa, ülkede paradigma değişiyor demektir. Herkesin kutsalı kendinedir. Başkasının kutsalına laf söylersek, o da bize söyler. Haksızlığa-hukuksuzluğa kim uğramışsa, onların hakkını-hukukunu korumak, toplumun önde gelenlerinin görevidir. Mansur Yavaş da değişmelidir. Nasıl ki, haksız-hukuksuz bir şekilde Silivri’de tutulan Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ’ın hakkını korumak, uğradığı haksızlığı dile getirmek göreviyse; 8 yıldır Edirne Cezaevi'nde haksız-hukuksuz bir şekilde tutulan, üniter devlet yapısı içerisinde, herkesin özgürlüklerini olabildiğince kullanmasını talep eden HDP eski Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a yapılan haksızlığı dile getirmek de görevidir. O zaman, iktidar hariç, bütün taraftarların sevgisini, desteğini koşulsuz-eksiksiz yanında bulur. Eksiği tamamlanır. Toplum da ancak bu şekilde evrilir, kahraman arayışına girmez; kendi gücüne güvenir. Topluma, gücün toplumda olduğunu hissettiren siyasetçi, toplum tarafından “eşitlerin öncüsü” ilan edilir. Topluma güvenelim. Brecht o nedenle; "Kurtuluş yok tek başına; ya hep beraber, ya hiçbirimiz” demedi mi…
Ekleme Tarihi: 03 Nisan 2025 - Perşembe
Nurettin Aslan

KAHRAMANA İHTİYACIMIZ YOK

KAHRAMANA İHTİYACIMIZ YOK. KAHRAMANA İHTİYAÇ DUYMAYAN BİR TOPLUMA İHTİYACIMIZ VAR.
(BERTOLT BRECHT)

Son bir ay yaşadıklarımıza bakalım:

18 Mart salı günü İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2025/44681 soruşturma sayılı dosyasına dayanarak, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diplomasını “usulsüz yatay geçiş-yokluk-açık hata” gerekçeleriyle, “geri alınmak suretiyle” iptal edilmesi kararı almış; 19 Mart sabahı saat 06.00’da da İmamoğlu-Şişli Belediye Başkanı Emrah Şahan-Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık ve bazı belediye üst düzey bürokratları, “yolsuzluk-terör örgütü ile işbirliği” suçlamalarıyla gözaltına alındılar. İmamoğlu, “yolsuzluk” suçlamasından tutuklandı, terör suçlamasından tutukluluğuna gerek görülmedi. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu demokratik ülkelerde yaşanması düşünülemeyecek şeyleri yaşadık son 15-20 gün, yaşamaya da devam ediyoruz.

Tutuklamalar sonrası, ülkenin birçok yerinde, çoğunluğu üniversite öğrencisi olan on binler-yüz binler, alanlarda yapılan hukuksuzlukları protesto etti. Toplumun her kesiminden (AKP ve MHP’ye oy verenler de) insan vardı protestocular içerisinde. 

Kimi depremde, deprem çadırlarını parayla depremzedelere satan Kızılay yöneticilerine tepkiliydi; kimi KPSS sınavında yüksek puan aldığı halde mülakatta elenerek işe alınmamasına. Kimi tarım girdilerine (ilaç-tohum- akaryakıt-vs.) yapılan zam ve dolaylı vergiler yüzünden tarlasını ekememesine, kimi çoluk-çocuğuna yiyecek olarak pazar artıklarını götürmesine tepkiliydi. Kimi de iktidar vekillerinin yurtdışında ıstakozlu yemek fotoğraflarına. Herkesin tepkisinin birleştiği nokta, İmamoğlu’na yapılan haksız-hukuksuz uygulamaya karşı alanlarda birleşmek oldu.

Bu toplanmaların finali de bana göre, 700-800 bin kişilik büyük "Maltepe Mitingi"ydi. (700 bin m2’lik Maltepe’deki parkın, kürsü ve 15 Temmuz Şehitleri Camisi arasındaki 180 bin m2’lik kısmı doluydu. Sıkışık mitinglerde m2’ye 4 kişi hesaplanır.)

Gelelim sadede:

18-19 Mart “İmamoğlu Darbesi”yle, 2028 yılında yapılacağı öngörülen Cumhurbaşkanlığı seçiminde, en önemli iki rakibinden birini, İmamoğlu’nu elediğini düşünen AKP iktidarı, yağmurdan kaçarken doluya tutuldu. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in sıkça, “Ben teknik direktörüm, gol atamam. Ancak benim gol atacak iki forvetim var” dediği herkesçe biliniyor. Özgür Özel oyuna girip gol atamayacağına göre, elinde kalan forvetinin gücünü artıracak formüller bulmak zorunda.

İkinci forvete (ABB Başkanı Mansur Yavaş) gelince, artı ve eksilerine bakalım:

Artısı, “karşı tribün”lerden de olumlu alkış alması. Geldiği yer orası.

Herkesçe bilinir. Çok partili yaşamımızda,1950 seçimlerinden bu yana, Kürt seçmenlerin desteğini alamayan hiçbir kişi ya da siyasi parti iktidar olamamıştır. Menderes-Demirel-Ecevit- Özal ve en son Erdoğan bu sava en iyi örneklerdir. Türkiye Cumhuriyeti, Türklerin-Kürtlerin-Arapların-Ermenilerin-Lazların, kısaca ülkedeki tüm etnik yapıların ortak yurdudur. Ne “atanmış”ların, ne de seçilmişlerin; kimsenin başkasını, başka etnik yapıları, onların değerlerini küçümseme, o değerlere hakaret etme hakkı yoktur. Devlet herkesin devletidir. Devlet, etnik ayrım gütmeden, bütün vatandaşların emrindedir.

Forvetin eksisine gelince, mensubu olduğu takımı, ikinci takımları olarak gören başka takım taraftarlarına, özellikle de Kürt taraftarlara henüz kendisini kabul ettirememesidir. Seçmen, hele de Kürt seçmen, siyasetçinin ağzından çıkan söze çok dikkat eder, anlam yükler, yorumunu da öyle yapar. (Televizyonlarda izleyiciye ayar vermeye kalkan, güdümlü “her şeyi bilen”lerden de hazzetmez. Seçmenin gücünü öne çıkaracaklarına, kendilerine göre “kurtarıcı kahraman” yaratanları da sevmez. Söz açılmışken, TELE1’de yorum yapan Yalçın Doğan’ın yorumlarını, Kılıçdaroğlu düşmanlığını, CHP delegesini ihraç ile tehdit etmesini, “demokrat” kişiliği ile bağdaştıramadım).

İster “ülkenin bekası”, ister “terörsüz Türkiye özlemi”, gerekçesi ne olursa olsun; MHP’nin lideri Devlet Bahçeli, “bebek katili-terör örgütü elebaşısı” dediği Öcalan’ı TBMM’ye davet ediyor, “örgütünün kurucu lideri” sıfatını yakıştırıyorsa, ülkede paradigma değişiyor demektir. Herkesin kutsalı kendinedir. Başkasının kutsalına laf söylersek, o da bize söyler. Haksızlığa-hukuksuzluğa kim uğramışsa, onların hakkını-hukukunu korumak, toplumun önde gelenlerinin görevidir.

Mansur Yavaş da değişmelidir.

Nasıl ki, haksız-hukuksuz bir şekilde Silivri’de tutulan Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ’ın hakkını korumak, uğradığı haksızlığı dile getirmek göreviyse; 8 yıldır Edirne Cezaevi'nde haksız-hukuksuz bir şekilde tutulan, üniter devlet yapısı içerisinde, herkesin özgürlüklerini olabildiğince kullanmasını talep eden HDP eski Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a yapılan haksızlığı dile getirmek de görevidir. O zaman, iktidar hariç, bütün taraftarların sevgisini, desteğini koşulsuz-eksiksiz yanında bulur. Eksiği tamamlanır.

Toplum da ancak bu şekilde evrilir, kahraman arayışına girmez; kendi gücüne güvenir. Topluma, gücün toplumda olduğunu hissettiren siyasetçi, toplum tarafından “eşitlerin öncüsü” ilan edilir. Topluma güvenelim.

Brecht o nedenle; "Kurtuluş yok tek başına; ya hep beraber, ya hiçbirimiz” demedi mi…

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
aohbet islami chat omegla türk sohbet cinsel sohbet dini chat plastik çember