Metin Ebetürk
Köşe Yazarı
Metin Ebetürk
 

500 Cesur Yürek

Çayırhan Termik Santrali'nde ve Maden Ocağı'nda varlık satışına karşı yaklaşık 500 işçinin yeraltında, yüzlerce işçinin ise yeryüzündeki eyleminin devam ettiğini, duymayanımız ve bilmeyenimiz yoktur. Gerek ülkemizde ve gerek dünyada madencilerin kararlaştırdığı ve uyguladığı grevler kamuoyunun ve özellikle emek dünyasıyla yakın ilgisi olanların, her zaman yüreklerini küt küt attırır. Emek dünyasına ilgi duyanlar, sadece madenci grevleri değil, işçi sınıfının ve emekçilerin her hareket ve eylemiyle de yakından ilgilenirler. Dünyanın neresinde olursa olsun, madenci grevleri, liman ve tersane işçilerin grevleri ile metal sanayii işçilerin grev ve eylemleri mutlaka sonuç alıcı olmuştur. Bu sonuçlar, işçilerin hak kazanması kadar, ülke menfaatinin de olduğu gibi okumak gereklidir. Çayırhan eylemine dönecek olursak, özelleştirme kararına karşı başlatılan, ulusal menfaatlerimiz kadar orada çalışan yüzlerce işçi ile binlerce işçi ailesi ve ilçe esnafıyla yakından da ilgilidir. Basın kuruluşları ile araştırmacı gazetecilerin öğrendiği ve bizleri bilgilendirdiği kadarıyla, bu santralin bir yıllık karını dahi karşılayamayacak bir tutar karşılığında özelleştirilmek istenmesi Cumhuriyet’in ekonomik kazanımlarının nasıl elden çıkarıldığını tekrar hatırlatıyor. Bir de işçiler ile binlerce işçi ailesinin bu kara kış gününde kullanmakta olduğu konutlardan çıkarılmak istenmesi ile işsiz kalmaları da madalyonun diğer tarafının trajik olması başka bir gerçeklik. Cumhuriyet’in ekonomik yapı taşları tek tek elden çıkarıldı. Özelleştirme adı verilen, işletme veya tesislerin birkaç aylık kazançlarını bile karşılamayacak tutara haraç mezat devredildi. Bu özelleştirme histerisine nasıl gelindiğini de hatırlamak gerekir. 24 Ocak kararlarını uygulamak için uygun zemini, 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirilen askeri cunta sağlamıştı. Hemen sonrasında, ekonominin kötü gidişine uygun reçetenin, devletin sırtında kambur olarak görülen/gördürülmek istenen kamu işletmelerinin özelleştirmesi olarak halka empoze çalışmaları başlamıştı. Dönemin başbakanı, eski MESS başkanı Turgut Özal bu iş için biçilmiş kaftandı. Hükümeti kurar kurmaz özelleştirme politikalarının başlaması için “Devlet bakkallık yapar mı?” dedi. Sermayenin sözcüsü, dönemin başbakanı Turgut Özal bu “sözü” özellikle ifade etti. Söz konusu bakkal, yüzlerce şubesi olan, on binlerce çalışanı bulunan süper ve hiper marketler zinciri olan GİMA mağazalarıydı. (Gima) Gıda İhtiyaç Maddeleri Anonim şirketi özelleştirme furyasından, darbe yiyen kurumlardan oldu. Ne yazık ki, 12 Eylül cuntasının uzantısı olan günler de devam etmekte olduğundan, GİMA işçilerinin, sendikası kapalı, sendika yöneticileri (DİSK/Bank Sen) tutuklu bulunduğundan, işçiler de sendikasız kalmamak için faaliyetine göz yumulan mevcut bir sendikanın üyesi olmuşlardı. Tahmin edeceğiniz gibi, malum sendika bu özelleştirme girişimine karşı fazla bir varlık gösteremedi. “Devlet bakkallık yapar mı? Devlet otelcilik yapar mı? Devlet petrol satar mı? …” v.b. diyerek kamunun bütün kârlı ve ağır topları haraç mezat satılmaya ve devletin sırtında kambur ettiği iddia edilen kurum ve işletmelerde, satılarak kurtulma hareketi, yani özelleştirmeler aralıksız devam etti. Yumurta tüccarı bir eski bakan Kemal Unakıtan “Satıyoruz, satıyoruz bitmiyor ne komünist ülkeymişiz. Satıp hepsinden kurtulacağız” dediği gibi. Ulaştırma, çimento, kâğıt şeker, petrol enerji gibi. Her şey satıldı. Kamunun elinden arda kalan birkaç işletmeden birisi de Çayırhan Termik Santrali. Çayırhan işçilerinin bu onurlu eylemi ve özelleştirmeler bizlere ister istemez şu fabl hikayeyi anımsatıyor: “Vaktiyle aynı ormanda yaşayan bir aslan ve bir inek sürüsü varmış. Aslan sürüsünün gözü inek sürüsünde ama inek sürüsü kendini savunacak kadar kalabalık ve güçlü. Aslanlar açlıktan yorgun, halsiz, güçsüz kalmışlar. Düşünüp taşınıyorlar; sürü kalabalık ve güçlü saldırırlarsa karşılık bulacakları kesin. Çaba sarf etmeden, enerji harcamadan nasıl karınlarını doyurabilirler, bunun yollarını arıyorlar… Ve aralarında konuşup anlaşıyorlar, içlerinden ineklerin sürüsüne bir elçi gönderiyorlar.  Elçi diyor ki; - Size saldırırsak ne olacağını biliyorsunuz. Mutlaka aranızdan birini alıp yiyeceğiz, buna engel olamazsınız. Gelin, ne kendinizi ne bizi uğraştırmayın, aranızdan birinin rengi çok sarı, sizden de farklı, bizim de gözlerimizi alıyor. Onu bize verirseniz size saldırmadan onu alıp gideriz ve bir daha gelmeyiz. Bundan sonra da güzel güzel geçiniriz. İnekler düşünmüşler, taşınmışlar, bilge ineğe sormuşlar; “Olmaz” demiş bilge inek, “Aramızdan hiçbirini vermeyin” Ama aslanlar ısrarlı. En sonunda razı olmuş inekler, nasıl olsa saldırırlarsa birimiz gidecek, hem biz de çok yorulacağız. En sonunda peki demiş inekler, bir inekten ne çıkar? Biz büyük bir sürüyüz, bize bir şey olmaz… Vermişler sarı ineği, aslanlar da sarı ineği bir güzel yemişler, karınlarını doyurup kendilerine gelmişler. Birkaç gün sonra aslanlar gene acıkmışlar, yine gelmiş aslanların elçisi ineklerin yanına; - Aranızda boynuzu kırık bir inek var, sinirimizi bozuyor, verin onu, ne kendinizi ne bizi uğraştırmayın demiş… Barış yanlısı inekler, ikinci tavizi vermişler, o inek de verilmiş. Artık işi öğrenen aslanlar, benekli inek, kuyruğu kısa inek, şöyle inek, böyle inek deyip inekleri bir bir almışlar sürüden. Sürü de günden güne iyice azalmış. Artık aslanlar elçiye gerek kalmadan açık açık saldırmaya, istedikleri ineği sürüden götürüp yemeye başlamışlar. Sürünün ileri gelen inekleri, panik içinde tekrar bilge ineğe koşmuşlar. “Biz nerede hata yapıyoruz, sürümüz yok olacak!”demişler. Bir zaman sonra inek sürüsünden geriye bir tek Ala Tosun kalmış. Aslan acıkır karnını doyurmak için Ala Tosun’un yanına gelir ve pis pis sırıtarak; “Koca sürüden kala kala bir tek sen kaldın, Beni uğraştırma, teslim ol da zahmetsiz karnımı doyurayım, keyfimi yapayım” der. Ala Tosun; pişman ve çaresiz bir şekilde Aslan'a “Ben hatayı sarı ineği sana teslim ettiğim gün yapmışım, aslında sen beni Sarı İneği teslim aldığın gün yemişsin de ben yeni farkına vardım, gayrı ne yapsan yeridir” der. Bizle de, Cumhuriyet Türkiye’sinin ekonomik kazanımlarından olan sürünün sarı ineğini verdiğimiz gün Çayırhan’ı kaybetmiş olduk. Ülkenin bütün işçileri ve emekçileri ile örgütleri “Devlet bakkallık yapar mı?” söylemine, gerekli yanıtı veremediği gün Çayırhan’ı kaybetmiş olduk. Son sözümüzü de söylemeden yazımızı bitirmeyelim. Bir hedef veya mücadele için 1 kişi varsa UMUT var demektir. Çayırhan’da 1 değil yüzlerce Cesur yürek var.
Ekleme Tarihi: 26 Kasım 2024 - Salı
Metin Ebetürk

500 Cesur Yürek

Çayırhan Termik Santrali'nde ve Maden Ocağı'nda varlık satışına karşı yaklaşık 500 işçinin yeraltında, yüzlerce işçinin ise yeryüzündeki eyleminin devam ettiğini, duymayanımız ve bilmeyenimiz yoktur.

Gerek ülkemizde ve gerek dünyada madencilerin kararlaştırdığı ve uyguladığı grevler kamuoyunun ve özellikle emek dünyasıyla yakın ilgisi olanların, her zaman yüreklerini küt küt attırır.

Emek dünyasına ilgi duyanlar, sadece madenci grevleri değil, işçi sınıfının ve emekçilerin her hareket ve eylemiyle de yakından ilgilenirler. Dünyanın neresinde olursa olsun, madenci grevleri, liman ve tersane işçilerin grevleri ile metal sanayii işçilerin grev ve eylemleri mutlaka sonuç alıcı olmuştur. Bu sonuçlar, işçilerin hak kazanması kadar, ülke menfaatinin de olduğu gibi okumak gereklidir.

Çayırhan eylemine dönecek olursak, özelleştirme kararına karşı başlatılan, ulusal menfaatlerimiz kadar orada çalışan yüzlerce işçi ile binlerce işçi ailesi ve ilçe esnafıyla yakından da ilgilidir. Basın kuruluşları ile araştırmacı gazetecilerin öğrendiği ve bizleri bilgilendirdiği kadarıyla, bu santralin bir yıllık karını dahi karşılayamayacak bir tutar karşılığında özelleştirilmek istenmesi Cumhuriyet’in ekonomik kazanımlarının nasıl elden çıkarıldığını tekrar hatırlatıyor. Bir de işçiler ile binlerce işçi ailesinin bu kara kış gününde kullanmakta olduğu konutlardan çıkarılmak istenmesi ile işsiz kalmaları da madalyonun diğer tarafının trajik olması başka bir gerçeklik.

Cumhuriyet’in ekonomik yapı taşları tek tek elden çıkarıldı. Özelleştirme adı verilen, işletme veya tesislerin birkaç aylık kazançlarını bile karşılamayacak tutara haraç mezat devredildi.

Bu özelleştirme histerisine nasıl gelindiğini de hatırlamak gerekir. 24 Ocak kararlarını uygulamak için uygun zemini, 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirilen askeri cunta sağlamıştı. Hemen sonrasında, ekonominin kötü gidişine uygun reçetenin, devletin sırtında kambur olarak görülen/gördürülmek istenen kamu işletmelerinin özelleştirmesi olarak halka empoze çalışmaları başlamıştı.

Dönemin başbakanı, eski MESS başkanı Turgut Özal bu iş için biçilmiş kaftandı. Hükümeti kurar kurmaz özelleştirme politikalarının başlaması için “Devlet bakkallık yapar mı?” dedi. Sermayenin sözcüsü, dönemin başbakanı Turgut Özal bu “sözü” özellikle ifade etti. Söz konusu bakkal, yüzlerce şubesi olan, on binlerce çalışanı bulunan süper ve hiper marketler zinciri olan GİMA mağazalarıydı.

(Gima) Gıda İhtiyaç Maddeleri Anonim şirketi özelleştirme furyasından, darbe yiyen kurumlardan oldu. Ne yazık ki, 12 Eylül cuntasının uzantısı olan günler de devam etmekte olduğundan, GİMA işçilerinin, sendikası kapalı, sendika yöneticileri (DİSK/Bank Sen) tutuklu bulunduğundan, işçiler de sendikasız kalmamak için faaliyetine göz yumulan mevcut bir sendikanın üyesi olmuşlardı. Tahmin edeceğiniz gibi, malum sendika bu özelleştirme girişimine karşı fazla bir varlık gösteremedi.

“Devlet bakkallık yapar mı? Devlet otelcilik yapar mı? Devlet petrol satar mı? …” v.b. diyerek kamunun bütün kârlı ve ağır topları haraç mezat satılmaya ve devletin sırtında kambur ettiği iddia edilen kurum ve işletmelerde, satılarak kurtulma hareketi, yani özelleştirmeler aralıksız devam etti. Yumurta tüccarı bir eski bakan Kemal Unakıtan “Satıyoruz, satıyoruz bitmiyor ne komünist ülkeymişiz. Satıp hepsinden kurtulacağız” dediği gibi. Ulaştırma, çimento, kâğıt şeker, petrol enerji gibi. Her şey satıldı. Kamunun elinden arda kalan birkaç işletmeden birisi de Çayırhan Termik Santrali.

Çayırhan işçilerinin bu onurlu eylemi ve özelleştirmeler bizlere ister istemez şu fabl hikayeyi anımsatıyor:

“Vaktiyle aynı ormanda yaşayan bir aslan ve bir inek sürüsü varmış. Aslan sürüsünün gözü inek sürüsünde ama inek sürüsü kendini savunacak kadar kalabalık ve güçlü.
Aslanlar açlıktan yorgun, halsiz, güçsüz kalmışlar. Düşünüp taşınıyorlar; sürü kalabalık ve güçlü saldırırlarsa karşılık bulacakları kesin. Çaba sarf etmeden, enerji harcamadan nasıl karınlarını doyurabilirler, bunun yollarını arıyorlar…

Ve aralarında konuşup anlaşıyorlar, içlerinden ineklerin sürüsüne bir elçi gönderiyorlar. 

Elçi diyor ki;

- Size saldırırsak ne olacağını biliyorsunuz. Mutlaka aranızdan birini alıp yiyeceğiz, buna engel olamazsınız. Gelin, ne kendinizi ne bizi uğraştırmayın, aranızdan birinin rengi çok sarı, sizden de farklı, bizim de gözlerimizi alıyor. Onu bize verirseniz size saldırmadan onu alıp gideriz ve bir daha gelmeyiz. Bundan sonra da güzel güzel geçiniriz.

İnekler düşünmüşler, taşınmışlar, bilge ineğe sormuşlar; “Olmaz” demiş bilge inek, “Aramızdan hiçbirini vermeyin” Ama aslanlar ısrarlı. En sonunda razı olmuş inekler, nasıl olsa saldırırlarsa birimiz gidecek, hem biz de çok yorulacağız. En sonunda peki demiş inekler, bir inekten ne çıkar? Biz büyük bir sürüyüz, bize bir şey olmaz… Vermişler sarı ineği, aslanlar da sarı ineği bir güzel yemişler, karınlarını doyurup kendilerine gelmişler.

Birkaç gün sonra aslanlar gene acıkmışlar, yine gelmiş aslanların elçisi ineklerin yanına;

- Aranızda boynuzu kırık bir inek var, sinirimizi bozuyor, verin onu, ne kendinizi ne bizi uğraştırmayın demiş…

Barış yanlısı inekler, ikinci tavizi vermişler, o inek de verilmiş. Artık işi öğrenen aslanlar, benekli inek, kuyruğu kısa inek, şöyle inek, böyle inek deyip inekleri bir bir almışlar sürüden. Sürü de günden güne iyice azalmış. Artık aslanlar elçiye gerek kalmadan açık açık saldırmaya, istedikleri ineği sürüden götürüp yemeye başlamışlar.

Sürünün ileri gelen inekleri, panik içinde tekrar bilge ineğe koşmuşlar. “Biz nerede hata yapıyoruz, sürümüz yok olacak!”demişler.

Bir zaman sonra inek sürüsünden geriye bir tek Ala Tosun kalmış. Aslan acıkır karnını doyurmak için Ala Tosun’un yanına gelir ve pis pis sırıtarak; “Koca sürüden kala kala bir tek sen kaldın, Beni uğraştırma, teslim ol da zahmetsiz karnımı doyurayım, keyfimi yapayım” der.

Ala Tosun; pişman ve çaresiz bir şekilde Aslan'a “Ben hatayı sarı ineği sana teslim ettiğim gün yapmışım, aslında sen beni Sarı İneği teslim aldığın gün yemişsin de ben yeni farkına vardım, gayrı ne yapsan yeridir” der.

Bizle de, Cumhuriyet Türkiye’sinin ekonomik kazanımlarından olan sürünün sarı ineğini verdiğimiz gün Çayırhan’ı kaybetmiş olduk.

Ülkenin bütün işçileri ve emekçileri ile örgütleri “Devlet bakkallık yapar mı?” söylemine, gerekli yanıtı veremediği gün Çayırhan’ı kaybetmiş olduk.

Son sözümüzü de söylemeden yazımızı bitirmeyelim. Bir hedef veya mücadele için 1 kişi varsa UMUT var demektir. Çayırhan’da 1 değil yüzlerce Cesur yürek var.

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.