Özgür Özel: İlk seçimlerde Erdoğan gidiyor, halkın iktidarı geliyor
Özgür Özel, “Bir laf yaymaya çalışıyorlar, ‘Asgari ücrete zam verirsek fiyatlar fırlar.’ 11 aydır vermiyorsun, neden fırladı fiyatlar? Neden hala yüzde 50 enflasyon? Vergi artışlarını, iğneden ipliğe zam yapacaksın, kamudaki israfı bitirmeyeceksin sonra çıkıp ‘Zam vermeyelim ve enflasyonu düşürelim.’ Bu milletin sırtından düşeceksin. 2025’in ilk altı ayı için 30 bin lira asgari ücret, ikinci altı ayda enflasyon zammı öneriyoruz. ‘Efendim verirsek enflasyon artar.’ O yalan çöktü” dedi.
Özel'in konuşmasında satır başları şöyle:
MECLİS’TE EMEK SÖMÜRÜLERİNİN EN BÜYÜĞÜ YAŞANIYOR
Bütçe görüşülüyor. Meclis’in bütçesi de görüşüldü ve geçti komisyondan. Önümüzdeki günlerde ayın 9’undan itibaren Meclis, bütün Türkiye’nin gözü üzerinde olacak şekilde Genel Kurul’daki bütçe görüşmelerini yapacak. İlk günün ardından ilk gelecek bütçe, Meclis’in kendi bütçesi. Orada Sayın Numan Kurtulmuş gelecek, Meclis’in bütçesini savunacak. Sayın Numan Kurtulmuş’un vereceği bir kararla, hatta verdiği bir sözü tutarak tarihe geçmesini bekliyoruz. Bu Meclis’te, çok kişi bilmez, emek sömürülerinin en büyüğü yaşanıyor. Farklı farklı istihdam biçimleri var. Yapboz tahtasına dönmüş. Aynı işi, dört farklı statüdeki kişi yapıyor, dört farklı maaş alıyor. Ama en kötüsü de, en kötülerinden bir tanesi de Meclis’te çalışan danışman arkadaşlarımız kıdem ve ihbar tazminatı alamıyorlar. Bir danışman arkadaşımız ‘Bugün seni işten çıkardım’ dendiği anda işten çıkmış oluyor. Ödenecek taksidi, borcu, kredi kartı, kirası varken ortada kalıyor. Onun yeniden bir iş bulması kolay bir iş değil, çok zor bir iş. Hiç olmazsa o iki ay olsun bu süreçten yararlanma imkânı da yok. 10 yıl çalışsın, 20 yıl çalışsın Meclis’te ayrılırken kıdem tazminatı, teknik anlamda iş sonu tazminatı yok Meclis’te. Her Meclis Başkanı geldikten sonra, emekçilerimizin sendikası gidiyor onunla konuşuyor. ‘Ben bunun böyle olduğunu bilmiyordum’ diyorlar. Hak veriyorlar, ‘Çözelim inşallah’ diyorlar. Meclis başkanları değişiyor, ritüel değişmiyor, yeni başkandan yeni randevu talep ediliyor. Numan Bey’in de bu konuda verilmiş sözü var. Bu konuda hiçbir grubun, hiçbir milletvekilinin itiraz edeceğini de düşünmüyoruz. Meclis’teki danışman arkadaşlarımız için ve Meclis’te farklı farklı istihdam biçimleriyle emekleri sömürülen, eşitsizliğe uğrayan tüm emekçi arkadaşlarımız için, hep birlikte bu sorunu çözmek için Meclis Başkanı’nın bir adım atmasını bekliyoruz. Biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak çalışma arkadaşlarımızın taleplerine iki elimizi birden kaldırarak oy vereceğiz.
DEPREM BÖLGESİNDE MÜCBİR SEBEP ÜÇ YILLIĞINA UZATILSIN
Ekonomi heyetimiz, ekonomi takımımız Türkiye’yi karış karış dolaşıyor. Ekonomi kurmaylarımız güçlü bir ekip. Milletvekilleri, Parti Meclisi Üyelerimiz, Genel Başkan Yardımcılarımız ve danışman kadrolarıyla çok güçlü bir ekip geziyorlar. Sayın Yalçın Karatepe ve Volkan Demir’in başkanlığındaki ekonomi takımı, bu hafta Gaziantep, Kahramanmaraş, Malatya ve Samsun’daydı. Özellikle bu üç büyük deprem ilinde yaptıkları temaslardan sonra bize ulaştırdıkları ön raporlarında ilk olarak söyledikleri mesele, 30 Kasım’da son bulacak olan mücbir sebep uygulamasının yeniden uzatılması. Burada evinden yarım ekmek yapıp getiren, çayı ayağının dibinde demleyen, halen daha konteynerde kalan esnafa ‘Artık vergi beyannamesi vereceksin, vergi vereceksin, beyanname düzenleteceksin’ diyorlar. Bu doğru değil. Halen daha siftahsız kapanan dükkanlar varken, bu mücbir sebebin her sefer tartışma konusu olup son kez üç aylığına uzatılması yerine daha önceki örneklerinde olduğu gibi üç yıllığına uzatılması bütün esnafların ve esnaf örgütlerinin talebidir. Bunu böyle bekliyoruz.
YERİNDE DÖNÜŞÜM DESTEĞİ EN AZ İKİ KATI ARTIRILMALI
Rezerv alan sorunu bütün deprem bölgesinde sürüyor. Belirsizlik sürüyor. ‘Az hasarlı yapıları onarıp içine geçebilirsin’ dediler. Kredi çekildi, borç alındı. Şimdi ‘Biz orayı rezerv alan ilan ettik. Senin evini de yıkacağız’ diyorlar. Bu soruların derhal ortadan kaldırılması gerekiyor. Ayrıca yerinde dönüşüm için 750 bin lirası hibe, 750 bin lirası kredi bir destek vardı. Ama bu 21 ay öncesinin rakamıydı. Şimdi geldiğimiz noktada bu para ile yani 750 bin lira hibe, 750 bin lira kredi ile ev yapmak bugünkü fiyatlarla mümkün değil. Bunun en az 1,5 milyon hibe, 1,5 milyon lira krediye dönüştürülmesini talep ediyor örgütler. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak zaten bu evlerin ücretsiz yapılmasını, bir evin ücretsiz verilmesini savunuyorduk. Bu çok haklı talebi de buradan dile getiriyoruz ve sonuna kadar destekliyoruz. Hatta keşke 2 milyonu hibe olsun, 1 milyon lirası kredi olsun, çok daha doğru olur. Bunu da bütçe görüşmelerinden önce deprem bölgesinin en önemli meselelerinden bir tanesi olarak kayda geçirmek isteriz.
HATAY VE DİĞER DOKUZ İLE VERİLEN KONUT SÖZÜ İÇİN HIZLA ÖNLEM ALINMALI
Tabii esas sorun, tutulmayan söz. Ne demişti Sayın Erdoğan? ‘Bizi seçin, bunlar yapamaz’ dedi. ‘Ben bir yılda 650 bin konut yapacağım. Depremin birinci yılında herkes evine geçecek’ dedi. ‘Olmaz’ dedik, ‘Yapamazsın’ dedik. ‘Hesap da ortada. Ama sırf vatandaşı kandırıp, depremzedenin umutlarını çalıp, seçimi kazanmak için böyle bir yalan atmayın’ dedik. Israrla söylediler. Seçimden sonra rakamları değiştirmeye başladılar. Sonuç; şu ana kadar teslim edilen konut 130 bin. Yüzde 20. Bütün deprem bölgesinde beş depremzededen dördü, bir yıl sonra değil iki yıl sonra beş depremzededen dördü çadırda ya da konteynerde kalıyor. ‘Peki bu durum Hatay’da nasıl derseniz?’, Hatay’da söz verilen konut sayısı 256 bin, teslim edilen 26 bin. Oran Hatay’da yüzde 10. Hatay dışındaki illerde teslim edilen konut oranı yüzde 30. Hatay’ı katınca yüzde 20’ye düşüyor. Hatay’da yüzde 10. Deprem bölgesinde herkes mağdur ama en çok da Hatay mağdur. Hem Hatay’a verilen hem de diğer dokuz ilimize verilen konut sözünün tutulmadığını, bu tutulmayan söze göre daha önceden verilen sözü tutmak üzere hiçbir tedbir alınmadığını ve bu hesapla dokuz ila 10 yıl arasında tüm depremzedelerin konutuna geçebileceği hesaplanıyor. Bu kabul edilebilir bir mesele değil. Bu konuda hızla önlem alınması, inşaat kapasitesinin bir şekilde artırılması ve insanların çadırdan, konteynerden kurtarılması gerekiyor.
ALTIN YUMURTLAYAN TAVUK DİRİLMİŞ, ERDOĞAN ‘YENİDEN KESELİM’ DİYOR
Nallıhan’da, Meclis’e 2 saatlik mesafede Çayırhan Termik Santrali ve Maden İşletmesi’nde madenciler haklarını arıyorlar. Oradaki mücadele çok önemli, anlamlı ve aslında bugünkü saray rejiminin gerçek yüzünü göstermek açısından da çok anlamlı. 1987’de devlet kurdu oraya; hem santrali, hem madeni açtı ve 13 sene işletti. 2000-2020 yılları arasında da rödovans yoluyla özel sektöre kiralandı. 2020’de sözleşme bitti, tekrar devlete geçti. 2020 öncesi 20 yılda, yılda 100 milyon dolarlık oradan kömür çıkarılıp yakılarak, elektrik satılmış. 100 milyon dolar yıllık. 20 yılda 2 milyar dolar. Ne yapmışız? O özelleştirme furyasında, ne yapmışız? Altın yumurtlayan tavuğu kesmişiz. Alan çok kârlı bir iş yapmış, parasına para katmış. 2020’de de usulüne uygun devlete devretmiş. 4 yıldır orayı TKİ’nin bir şirketi yönetiyor ve şimdi yeniden özelleştirme kapsamına alıyorlar. 4 Aralık tarihinde yeniden özelleştirecekler. Bu sefer 2059 yılına kadar. Peki ne şekilde? Türk Lirası üzerinden, her yıl yılda bir taksit olmak üzere altı takside bölerek ve şartnamede yazıyor; ‘Burası Türkiye’nin en zengin kömür yatağıdır’ diyor, kömür garanti devletten. Yakılacağı yer hazır, çalışıyor ve üretilen elektriğe de alım garantisi var. Öyle bir şartname ki 17 şirket üzerine atlamış, kıyasıya yarışacaklar şimdi hangisi alacak diye. Ama hepimiz biliyoruz ki; bunun kimin tarafından alınacağı biri tarafından biliniyor. Utanmasalar kırmızı fiyonklu hediye paketi yapacaklar. Bakın, o müteahhitlere yol yaptırıyorsun. Geçiş garantisi veriyorsun, dolarla ödüyorsun, yetmiyor Amerika’daki enflasyonu da üstüne ekliyorsun her yıl. Ama onlardan biz alacaklı olduğumuzda; Türk lirası üzerinden peşin fiyatına altı taksit. Mesele şu, biz 2000 yılında altın yumurtlayan tavuğu kesmişiz. Bir mucize olmuş, tavuk dirilmiş, geri gelmiş. Tayyip Bey diyor ki, ‘Gelin bir daha keselim. Altın yumurtlayan tavuğu verelim. Gitsin bir yandaşın kümesinde her gün altın yumurtlasın’. İşçiler diyor ki, ‘Bırakın kardeşim burada yumurtlasın. Devlet kazansın, millet kazansın, işçi kazansın’. O yüzden AK Parti’nin Türkiye’ye getirdiği uyguladığı ve şu anda da ısrarla devam ettiği politikayı görmek açısından son derece önemlidir. Buradan söylüyoruz. Civardaki dört belediyemiz orada, tüm örgütlerimiz orada, Ankara Büyükşehir Belediyemiz orada. Biz gittik, oraya dayanışmaya giden tüm siyasileri tebrik ediyorum. Nallıhan’daki mücadele, bu onurlu mücadele Türkiye işçi sınıfının mücadelesidir, örnek olacaktır, sonuna kadar destekliyoruz.
O DOKUZ İŞÇİNİN İKİ ELİ ÖBÜR DÜNYADA, CHP’NİN İKİ ELİ DE BU DÜNYADA YAKANIZDADIR
AK Parti’nin Türkiye’ye getirdiği saray rejiminin Erzincan İliç’te 13 Şubat’ta nasıl 9 işçimizi katlettiğini hep beraber görüşmüştük. İnanılmaz bir kâr hırsı, alanın büyütülmesi ve hesapsız, kitapsız yapılan yığınlar oradaki 9 kardeşimizi yuttu gitti. Faciaya kapasite artışının büyük etkisi olduğu söyleniyordu. Ankara’daki üniversitelerden oluşturulmuş heyet dedi ki, ‘Buraya kapasite artış raporu verenler bu işten suçludurlar’. Birkaç gün sonra çıktı ki o kapasite artışının altında imzası olanlardan bir tanesi, ‘ÇED uygundur’ raporunu veren; Murat Kurum. O Kurum, şimdi bakanlığın başında. Mahkeme ne yaptı biliyor musunuz? Şimdi bu kapasite artış raporunu verenler, kapasite artışına ÇED olumlu kararı verenler ‘sorumludur’ dedi ya bilirkişi, akademisyenler, hocalar, Ankara’daki üniversitelerden. Dahiyane bir fikirle şöyle dedi, ‘Sorumlu var ama sorumluluk oranlarını belirtmemişler. Biz bu oranları isteyelim’ dediler. Ama bu oranları o bilirkişiden değil başka bir bilirkişiden talep ettiler. O bilirkişi de baktı, dedi ki ‘Kapasite artışının bu olayda bir sorumluluğu yok’. Yani birinci bilirkişi, birinci elden sorumlu tutarken o sorumluların başında Murat Kurum’un olduğu çıkınca hakim ikinci bir bilirkişiye, ‘Bak sorumlu demiş bu rapor, yüzde kaç sorumlu’ diye sormuş. ‘Hiçbiri sorumlu değil’ diyor. Kendi kendine oldu, sanki dolu yağdı da öldüler, sanki şimşek çaktı da, yıldırım çaktı da ölmüşler gibi ‘Burada bir sorumluluk yok’ dedi ve Murat Kurum’u kurtardı. Bu raporu, ikinci raporu hazırlayanlara, ikinci raporu talep edenlere, hele hele talep ettin, ‘Sorumluluk yok’ dedi, iki rapor taban tabana zıt, üçüncü rapora bile gerek duymayanlara şu kadarını söylüyorum: O dokuz işçinin iki eli öbür dünyada yakanızdadır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin iki eli de bu dünyada yakanızdadır.
YAPTIRIN ANKETİ, MİLLET SİZE Mİ İNANIYOR BİZE Mİ İNANIYOR GÖRELİM
Bu kürsüden defalarca Filistin’e sahip çıkarken, Filistin‘deki insanlık dramını, soykırımı, katliamı kınarken hep şunu söyledik. Siz bir yandan Filistin’e ağlıyorsunuz ama bir yandan da İsrail’le ticaret yapıyorsunuz. ‘Adamı yardan ittiriyorsunuz, anasına taziyeye koşturuyorsunuz’ dedik. Ve dedik ki ‘İsrail’le ticareti kesin’. Önce ‘Yapmıyoruz’ dediler, mart ayında kanıtlarıyla ispatlandı. Nisan ayında bir yazı yazdılar, ‘İsrail’le ticareti bitirdik’ dediler. Eylül ayında burada anlattım. Gemide giderken belge değiştirerek, Yunanistan’a gidiyordu da, Yunanistan’a gitmiş oradan İsrail’e gitmiş gibi yaparak, üçüncü ülkelerden dolanarak hiç utanmadan Filistin’e yolluyor diye belge düzenleyip, sanki Filistin’e gemi gidebiliyormuş gibi İsrail’le ticareti devam ettirdiler ve bu konuda hiç utanmadan, sıkılmadan da çıkıp ‘İsrail’le ticaret bir yalan’ dediler. Merak etmiş saygın bir araştırma kuruluşu, demiş ki ‘Türkiye’nin İsrail’le ticaretinin devam ettiğine dair tartışmalar kamuoyunda sürüyor. Sizin bu konudaki görüşünüz hangisine yakındır?’ ‘İsrail’le ticaret devam ediyordur’ diyenler toplumun yüzde 79,7’si, ‘Ticaret devam etmiyordur’ diyenler toplumun yüzde 20’si. Tayyip Bey’e inananlar yüzde 20 inanmayanlar yüzde 80. AK Parti seçmeninde inananlar yüzde 40, inanmayanlar yüzde 60. MHP seçmeninde inananlar yüzde 25 inanmayanlar yüzde 73, CHP’de, DEM seçmeninde, İYİ Parti seçmeninde yüzde 94’lerde. Son seçimde oy verdikleri partiye göre. Oran bu. İkinci soru ‘Türkiye İsrail’le ticarete devam etmeli midir?’ ‘Etmelidir’ diyen yüzde 18, ‘Etmemelidir’ diyen yüzde 82. AK Parti’de ‘Etmelidir’ diyen yüzde 20, ‘Bitsin’ diyen yüzde 80, MHP’de aynı. Tayyip Bey bunu bağımsız bir araştırma şirketi sormuş. Gördüm, dikkatimi çekti, koydum. Şimdi size söylüyorum: Kendinize en güvendiğiniz üç şirkete yaptırın anketi, yaptırın araştırmayı, millet size mi inanıyor bize mi inanıyor? Millet sizin gibi mi düşünüyor, bizim gibi mi düşünüyor. Bir görelim bakalım. Bir görelim. En güvendiğin üç şirkete yaptır, çıkar göster. Abonelik sistemiyle çalışan bütün şirketlere çağrımdır. Bu iki soruyu sorun. Millet bu ikiyüzlülüğe inanıyor mu? Ve bu iki yüzlülüğe geçit veriyor mu bir görelim bakalım. Buradan sesleniyorum, bütün şirketlere. Tayyip Bey hodri meydan. Sen mi doğru söylüyorsun? Biz mi doğru söylüyoruz? Millet senin gibi mi düşünüyor? Bizim gibi mi düşünüyor? Hodri meydan, bakalım görelim.
ŞEHİT AİLELERİNİN VE GAZİLERİN GÖZÜNÜN İÇİNE BAKAMAYACAĞIMIZ HİÇBİR ŞEYE ‘EVET’ DEMEYECEĞİZ
Sayın Bahçeli geçen ay bir açıklama yaptı. O açıklamasının arkasında durduğunu defalarca söyledi. Bugün de söyledi. O konuda da bizimle ilgili söyledikleri konusunda da konuşmanın sonunda bir şeyler söyleyeceğim. Ama ben geçen hafta şöyle bir şey yaptım. Bu Bahçeli’nin söyledikleri var, bizim de bir hattımız var. Biz ne diyoruz? ‘Şehit gelmeyecekse, annelerin gözyaşı dinecekse, Meclis odaklı, samimi, şeffaf ve toplumsal mutabakata dayalı bir iş olacak, bütün partiler içinde olacak, biz de oluruz’ diyoruz. Ama ‘Toplumsal mutabakatta bir kırmızı çizgimiz var’ diyoruz. O da şehit ailelerinin ve gazilerin gözünün içine bakarız. Onlar ‘olur’ diyorsa ‘olur’ deriz. Böyle yapıyorlarsa ‘olmaz’ deriz. Onların rızası olmayan hiçbir iş yapmayız diyoruz. Geçen hafta daha önce Sayın Genel Başkan Yardımcım, Gölge Milli Savunma Bakanımız Yankı Bağcıoğlu, 34 şehit ailesine ve Gazi Derneği’ne gitti. Geçen hafta Ankara’daki ikisi dernek biri vakıf, polislerin, terörle mücadelenin ve muharip gazilerin derneklerine ve vakıflarına gittik. Üçünün özelliği, kamu yararına çalıştığı için devlet tarafından belge verilen ve devlet tarafından Milli Savunma Bakanlığı’nın verdiği binada oturan, devletten yaptıkları hizmetler için katkı alan, ödenek alan üç derneği ziyaret ettim, canlı yayında basın toplantısı yaptım, başkanları yanlarımdaydı. Ve gazetecilerin önünde de başkanlar konuştu. Dedikleri şu, ‘’Meclis’te şeffaf, hesap verebilir, toplumsal mutabakata dayalı deyip şehit aileleri de bu sürecin içinde olursa’ diyorsunuz biz Cumhuriyet Halk Partisi’ne teşekkür ediyoruz, bu süreçte tek güvencemiz sizsiniz’ dediler. Dernekler orada, başkanlar orada. Ve dedi ki başkan, kayıt altında. ‘Biz huzur gelsin isteriz ama süreç siyasi bekaya malzeme edilirse haklarımızı da helal etmeyiz’. Ben de kendilerine söyledim, buradan bir kez daha söylüyorum: Biz şehit ailelerinin ve gazilerin gözünün içine bakamayacağımız, onların ‘evet’ demediği hiçbir şeye ‘evet’ demeyeceğiz, onlarla birlikte bu meselenin Türkiye’nin gündeminden çıkması için, terörün durması için, annelerin ağlamaması için, herkesin yüzünün gülmesi için üzerimize düşen ne varsa onu yapmaya hazırız. Bizim çizgimiz budur, bunun dışında hiçbir yerde yokuz.
NE DEM’İN NE CHP’NİN İŞİDİR KAYYUM, BUGÜN BİZE YARIN BİR BAŞKASINA
22 yıl sonra ilk kez seçim kaybeden, milletin gözünden ve gönlünden düşen iktidar, kendine yeni bir yol açmak için çok iyi bildiği bir şeyi yeniden başladı. Tamamen hiç terk etmemişti ama seçimde, sandıktaki seçmenin net mesajından sonra bir duralamıştı. Yeniden kutuplaştırma, yeniden şeytanlaştırma ve yeniden hukuk ve anayasayı ayaklar altına alma noktasında kayyum siyasetine geri döndüler. Önce Hakkari‘de bir adım attılar, toplumun tepkisini görünce bir durdular. Sonra Cumhuriyet Halk Partisi’nin Esenyurt Belediyesi’ne, Sayın Ahmet Özer‘e son derece provokatif, sabah evin kapısını kırarken hanımefendi açıyor, onu iterek, yatağından eşinin uyandırmasına izin vermeden kendileri yatak odasına dalarak, belediyenin kapısını kırarak, aramada FETÖ bile yapmıyordu ilk başlar hariç, avukat bile bulundurmayarak, avukat gözetimsiz aramalar yaparak Ahmet Özer‘e suç icat etmeye ve tutuklamaya kalktılar. Ardından Mardin, Batman, Halfeti ve bu hafta sonu, Cuma akşamı Tunceli ve Ovacık. Mustafa Sarıgül, Ovacık Belediye Başkanımız’ı 12 yıl önce bir cenazeye katıldığı için, aileye taziye verdiği için terör örgütü üyesi ilan ettiler. Bir kere taziye dediğin ölüye değil diriye yapılır. Hiçbir anne evladının suçundan sorumlu tutulamaz. O anaya taziye verenler o suçtan sorumlu tutulamaz. Ve eşin asla o dönemde dönemin Savcısı, ‘Vali Bey’in de bilgisi var’ diyerek Belediye Başkanımıza, ‘Bu cenazeyi siz götürün, biz götürmeye kalkarsak yok yere şehit veririz, yol hiç güvenli değil, orada tuzak olabilir, siz götürün’ demiş. Belediye Başkanı ‘Vali Bey’in haberi var mı’ diye sormuş, onay almış. Almış cenazeyi aileye sormuş, ‘Güvenliğinizi alırız, size hiçbir şey olmaz’ demiş, cenazeyi götürmüşler. Bu vakadan terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyor. O günden sonra üç kere daha belediye başkanı seçilmiş, üç kere. Sırf Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir terör örgütünden belediye başkanları varmış gibi göstermek için, attıkları yalana bahane uydurmak için Ahmet Özer’i yapmadığı telefon görüşmesi ile, kızının evinin kirasını örgütten gelen para diye göstererek yalandan tutukladılar. Güya İstanbul’un en hızlı savcısı, dört günde 200 kişiye iddianame yazan savcı bu kadar zaman geçti, bir ay oluyor, 28 gün oldu iddianameyi hazırlayamadı. Yalancı şahit bulmuş, gizli tanık bulmuş oradan suç icat etmeye çalışıyor. Bu süreçte Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihi bir iş yaptı. Grup Başkanvekillerimizi, muhalefetteki tüm siyasi partilerin Grup Başkanlarını ve Grup Başkanvekillerini kutluyorum, milletvekillerine teşekkür ediyorum. OHAL döneminden kalan bu kayyum atama işine Cumhuriyet Halk Partisi, DEM Parti, İYİ Parti, Saadet Partisi, Gelecek, DEVA, Demokrat Parti, Yeniden Refah, Emek Partisi ve Türkiye İşçi Partisi, 10 parti birden bir kanun teklifiyle bunun kaldırılmasını koydu. Bu şu açıdan önemlidir. Kayyum ne DEM’in işidir, ne CHP’nin. Bugün bize yarın bir başkasına. Bu mesele bir terör meselesi değil bir demokrasi meselesidir. Eğer bir kişi terörle ilgiliyse mahkemeye gider, mahkeme kararını verir, karar kesinleşir, görevden alırsın. Yerine terörist olsa dava açacağın ve o güne kadar açmadığın belediye meclis üyelerinden birisi kendi içinden seçilir. Darbeye kadar böyleydi bu, FETÖ ile mücadele edeceğiz diye icat çıkardılar ve bunun üzerinden şimdi CHP’ye, DEM’e, yarın bir başkasına saldırıyorlar. O yüzden burada 10 siyasi parti ‘Ben onla beraber olmam, ben bunun yanında durmam’ demeden, doğrunun altına imza attılar. Bu Türkiye için önemlidir. Türkiye’de muhalefetin bir arada durabildiğini göstermesi, doğruda birleşebilmesi, adalette, hukukta birleşebilmesi açısından önemlidir. Buna emek veren tüm arkadaşlarıma ve bu konuda irade gösteren siyasi partilerin tüm genel başkanlarına yürekten teşekkür ediyorum. Sağ olsunlar var olsunlar.
SENİN DE, SANA O TALİMATI VERENİN DE ALNINI KARIŞLARIM VE SANA MİNNET ETMEM
Artık bir rezaleti ifşa etmenin de zamanı geldi. Ahmet Özer tutuklandığı gün Adalet Bakanlığı’na yazı yazdık. Normalde milletvekilleri istedikleri anda ve bekletilmeksizin tutuklu ve hükümlülerle görüşürler. Buna suç terörse Adalet Bakanlığının bilgisi ile maddesi var. Ve bugüne kadar ben Cezaevi Komisyonu üyesi olarak 2011-2015’te 174 cezaevine, 300’den fazla ziyaret yaptım. Her siyasi partiden milletvekilini ziyaret ettim. Bu Grup her görüşten hasta, tutuklu ve hükümler için rapor yazdı. Her görüşten gazetecileri, her görüşten siyasi tutukluları ziyaret ettik. Bunun dışında bu Grup ilk günden bugüne kadar kime başvursa bir gün içerisinde yazı gider, 28 gündür Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanına, Genel Başkan Yardımcılarına, milletvekillerine Ahmet Özer‘le görüşme evrakına cevap vermiyorlar. Adalet Bakanı’nı bizzat aradım, ‘Bu hafta sonunu geçelim, pazartesiyi görelim.’ Dedim ki, ‘Böyle bir şey yok.’ ‘Pazartesiyi görelim. Bir aydır, bir aydır o pazartesi gelmedi. Haftalardır telefonlarımıza çıkmıyor, yardımcısından rica ediyor, ‘Bakan çok mahcup oluyor izin veremediği için.’ Ne izni ya, ne izni? Ağızlarındaki bakla ne biliyor musun? Ağızlarındaki bakla, ‘Bakan yardımcımız Akın Gürlek’e çok ağır konuşuyorsunuz.’ Sen, Ahmet Özer‘le beni, milletvekilleri görüştürmeyerek benim muhalefetimi terbiye edeceksin öyle mi? Senin de, sana o talimatı verenin de alnını karışlarım ve sana minnet etmem. Hadsizliğin, hukuksuzluğun, en tepe noktasındasınız.
MİLLETVEKİLLERİNİ TERBİYE ETMEYE ÇALIŞAN BU ANLAYIŞI, MİLLETİMİZE ŞİKÂYET EDİYORUZ
Sen bu ülkede, sağdan soldan, tüm terör örgütlerinden, o örgütlerin yöneticisi, öbür taraftan canlı bomba olana bile talebi halinde bir gün içinde izin veriyorsun. Bu Meclis’in komisyonu da gidiyor, tek tek milletvekilleri de gidiyor. Hangi suçlu olursa olsun. ‘Neden?’ diyorsun. Çünkü tutuklu olduğu zaman suçu ispat edilmemiş, sanık olduğu zaman da cezaevi koşulları sanık hakkıdır, insan hakkıdır. Bir tek kişiye bu sarayın aparatından dolayı izin vermeyip milletvekillerini terbiye etmeye çalışan bu anlayışı, milletimize şikâyet ediyoruz bu anlayışı, milletimize. Yarın Abdullah Öcalan ile milletvekillerine görüş verilecek. Bugün Devlet Bahçeli bunu söyledi, DEM Parti de ‘Talepte bulunacağız’ dedi. Abdullah Öcalan’a milletvekili yollayıp da ‘Akın Gürlek kızıyor’ diye Ana Muhalefeti Belediye Başkanına yollamayan bu iktidarı milletimize şikâyet ediyorum. Olmaz olsun sizin izniniz.
ERDOĞAN, ÇIK O PAZARA ETİKETLERİN HESABINI VER, TARIM KREDİ FİŞİNİ GÖSTER
Gelelim öbür konuya, ne dedim geçen hafta? Hep birlikte pazarları gezdik. Erdoğan’ın bir arkadaşı çıktı, dedi ki, ‘Sınıf arkadaşım olur. Ama o bu pazara gelemez’. Dedim, ‘Niye gelemesin?’ ‘Yüzü yok’ dedi, ‘Gelemez’. ‘Bu fiyatlardan ben mi sorumluyum?’ dedi. ‘Sen geliyorsun, çünkü sen sorumlu değilsin’ dedi. ‘Geçen sene 20 lira olan domates, olmuş 55 lira, nasıl gelecek o pazara?’ dedi. Ben de çıktım bunu söyledim kürsüden. Eğiyor, büküyor, diyor ki, ‘Beni pazara çağırıyor, seninle pazar gezemem’. ‘Benle gezme, mesulü ben değilim’. Sen o işi kimle yaptıysan onlarla (git). Ama böyle diyorsun ya ‘Ben, ben...’ Çık o pazara, o etiketlerin hesabını ver. Ben baktım; bu Erdoğan ne zaman pazara gitmiş? Başbakanlığından beri pazara uğradığı yok. ‘Daha bir bakın’ dedim, ‘Nereye gitmiş?’. En son bir buğday tarlasına galoş giyip girmiş vatandaşın arasına. Bir de hakkını yemeyim, Tarım Kredi Kooperatifi’nde alışveriş yaparken görülmüş. O gün Erdoğan’ın alışverişini, sağ olsun A Haber büyük bir televizyonculuk başarısıyla fiştekileri tane tane ve fiyatlarıyla söylemiş. Biz Tarım Kredi’ye gittik ve Erdoğan’ın fişine baktık. Üç yıl önce Tarım Kredi marketinden 4,5 liraya aldığı gofret, bugün 35 lira Tarım Kredi’de. 1 liraya aldığı çikolata, bugün 10 lira Tarım Kredi’de. 4,5 liraya aldığı bisküvi, 45 lira olmuş Tarım Kredi’de. Erdoğan, Tarım Kredi’ye gidip aynı alışverişi yapsın, etiketi göstersin bakalım fişini görelim. Haydi beraber gidelim. A Haber, haber yapsın. Ben tutayım, sen gofreti at sepete. Ben tutayım, çikolatayı at sepete. Ben tutayım, o gün aldıklarını at sepete. Gidelim kasaya, bakalım hesaba. Bir şey söyleyeyim mi? Sen o günden bugüne üç yılda maaşlardan bir sıfır attın, alım gücünü 10 kat düşürdün. Fiyatlara bir sıfır ekledin, maaşlar sabitse. 10 kat fark var. Halen daha bu ülkede kutuplaştırmayla, ‘Efendim bunlar bölücü’ demekle, ‘Bunlar terörist’ demekle, ‘Efendim bunlar gelirse vatanı böldürecekler, bayrağı indirecekler, ezanı dindirecekler’ demekle bu iktidarda kalacağını sanıyorsun ya. Bu millet sana daha önce ihtar etti İstanbul’da, anlamadın, bu sene 31 Mart’ta… Ama yapılacak ilk seçimde bu Erdoğan gidiyor, bu rejim değişiyor, halkın iktidarı kuruluyor.
HİÇ KREŞ AÇMADIK’ DİYECEKLERİNE ‘KREŞLERİ KAPATIRIZ’ DİYORLAR
Şimdi sizlere siyasi hırsların, siyasi hazımsızlığın eseri olan bir iktidarın nasıl suçüstü yakalandığı anlatacağım, nasıl suçüstü yakalandığını. Mevzu şu: Herkes kamuoyu araştırmalarına bakıyor, seçmen davranışlarını anlamaya çalışıyor. Bir çalışma var, kendileri yaptırmışlar. 2019’da birinci seçimde AK Parti’ye oy vermiş. Mazbata iptal olmuş, YSK darbe yapmış. İkinci seçimi Ekrem Başkan 806 bin farkla kazanmış ya. Orada da Tayyip Bey’e inanmış, yine AK Parti’ye oy vermiş kadın seçmenleri çalışıyorlar. İki seçimde de AK Parti’ye vermiş, bu seçimde dönmüş İmamoğlu’na oy vermiş. Niye diye soruyorlar? Niye? Oy değiştirme davranışında ne etkili? Birinci sıra; Anne Kart. 0-5 yaş arası kadınlara Ekrem Başkan’ın yolladığı, işte doğumdan itibaren Hoşgeldin Bebek paketiyle başlayan, esas olarak da ücretsiz ulaşım sağlayan. Çocuklarıyla annesine, bir yakınına gitmeye. Parası yok ki çocuğu bir yere bıraksın. Bir yakınına ücretsiz gidiyor, oraya bırakıyor, işini görüyor. Ücretsiz Anne Kart. Ben gözümle gördüm. Çocuğu bir eliyle tutuyor, çantadan çıkarıyor Anne Kart’ı. Ekrem Bey’e, kartı tutarak kalp yapıyorlardı seçim otobüsüne. Kaç Anne Kartlı annenin Ekrem Başkan’a minnet gösterdiğini gördüm. AK Parti de çalışmada görmüş. Bir Anne Kart, iki ücretsiz kreş; çok uygun fiyatlı kreşler. Bunu görünce, ‘Kardeşim biz yanlış yapmışız. Biz İstanbul’da hiç kreş açmadık. Bunlar geldiler, İstanbul’da bir yıl içinde 105 tane kreşi açtılar. Milletin gönlüne girdiler’... Bir dönemde Ekrem İmamoğlu gelmiş, 105 tane kreş açmış. Bu kreşten dünya kadar çocuk yararlanıyor. Bu da annelerin gönlünde bir yer etmiş. Seçmen davranışı değişmiş, partisini değiştirmiş. ‘..Yanlış yapmışız. Sıfır kreş… 105 kreş. Ankara’da; sıfır kreş… 35 kreş. Biz bu kreş işine hep birlikte davranalım. Hem belediyelerimiz, hem iktidarız biz her mahalleye kreş yapabiliriz’ diyeceklerine. Demiyorlar. Çünkü kadının işi ne? Evde çocuk baksın, biri büyümeden bir diğerini yapsın, o büyümeden bir diğerine baksın. Çocuk baksın, engellisine baksın. Yemek yapsın, ne işi var çalışmada? Ne işi var çocuğunu kreşe bırakmada. “Zihniyet bu olunca; ‘Kreş açamayız. Kadını sosyal hayata, iş hayatına katamayız. Ne yapalım? Kreşleri kapatalım. Belediyelerin kreş açma yetkilerini elinden alalım. Bunu yaparken nasıl yapalım? Şöyle yapalım. Efendim geçmişte bir Anayasa Mahkemesi kararı var. Biz belediyelerimize anaokulu açtırıp, oradan eğitim faaliyeti verecekken CHP başvurup Anayasa Mahkemesi’nden 17 yıl önce karar almıştı, o kararı da dayanak tutarız. Kreşleri kapatırız.’
AYM KARARINA UY DA CAN ATALAY MECLİS’E GELSİN
Bir kere koca yalan bir; bunlar kreş yani çocuk bakımevi, bunlar anaokulu değil. Bunlar ilkokul değil. Bizim başvurumuz anaokulu ve ilkokul açıp belediyenin, doğru öğretmenleri, bu konunun uzman öğretmenlerini koymayıp, anaokulda ve ilkokulda verilecek, Milli Eğitim’in yapacağı işi 17 yıl önce belediyelere vermeye çalışıyorlardı. Ona itiraz etmişiz, Anayasa Mahkemesi hak vermiş. Ama kreş değil onlar. 17 yıl boyunca o günden bugüne bu sekizinci Milli Eğitim Bakanı, o karara göre hiçbir işlem yapmamış, bugün geliyor bu işlemi yapıyor. Sen bir kere Anayasa Mahkemesi kararlarına 17 yıl vadeli uyacağına, 7 ay vadeli uy da Can Atalay gelsin bu Meclis’te görevini yapsın. Ama maksat kreşlerdeki halk memnuniyetinin önüne geçmek olunca yazı yazıyorlar Milli Eğitim Bakanlığı olarak; ‘Kapatın kreşleri’. Biz ‘Hodri meydan’ dedik, ‘Kapatamazsın’ dedik. Kreş dışarıda 20 bin lira, belediyeninki 1200 lira. ‘Anne, çocuğu kreşe veriyor. 17 bin liralık asgari ücretle ikinciyi alıyor. Kocanın asgari ücreti kiraya gidiyor, bu da kursaktan geçiyor’ dedik. ‘Bu kreşi kapatmak öyle her babayiğidin harcı değil. Hodri meydan’ dedik. İki günde Türkiye ayağa kalktı. Ne olduklarını şaşırdılar, hemen yalana sarıldılar. Açıklama yaptılar, Dezenformasyon’dan, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan. Açıklamaları ne? Açıklamaları şu: ‘Milli Eğitim Bakanlığının yazısının hiçbir yerinde kreş geçmemektedir’. Milli Eğitim Bakanlığının yazısı: ‘Bakanlığımızca sahada yapılan incelemelerde, belediyeye bağlı kreş adı altında yerler olduğu, yeni yerlerin açılmasının önüne geçilmesi, mevcut yerler hakkında meskur hükümlere göre hareket edileceğinin ilgili belediyelere bildirilmesi hususunda... ‘Belediyelere bağlı kreş…’ Bunu Türkiye’nin bugüne kadar gelmiş, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin değil Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kötü, ama Adalet ve Kalkınma Partisi’nin en iyi Milli Eğitim Bakanı’nı gösteriyoruz. Niye iyi? Vallahi Köksal Toptan bu AKP’ye böyle benzemiyor. Bundan önceki birçok bakan berbat işler yaptı ama AK Parti’yi gösteren, sıkıştığında beyaza ‘siyah’ diyecek ve bu yalanı gözümüzün içine baka baka savunacak AK Parti zihniyetini, 22 yıl sonunda ülkeyi getirdikleri noktayı bu bakandan iyi kimse anlatamazdı. Dün açıklama yaptı. Diyor ki; ‘Belediyelere bağlı kreş’ yazmış buraya, ‘Bizim yazımızın hiçbir yerinde kreş ifadesi geçmiyor’ diyor. Dezenformasyon açıklama yapıyor, bir diğeri ona karşı açıklama yapıyor.
ONLAR BİZİM DEĞİL, GEÇİM ZORU OLAN AİLELERİN KREŞLERİ
Şunu söyleyelim. Kreş açmaya devam edeceğiz. Seçimi kazanabilselerdi; İzmir’e 100 kreş, Ankara’ya 100 kreş… Murat Kurum, bize yazıyı yollayan Bakan… Milli Eğitim onlara yazıyor, Şehircilik Bakanlığı bize yazıyor. ‘İstanbul’da her mahalleye kreş yapacağız’ diyordu. Ama geldikleri noktada Cumhuriyet Halk Partisi’nin kreşlerine saldırıyorlar. Onlar bizim kreşimiz değil; onlar yoksulların, yoksul annelerin, geçim zorunda olan ailelerin kreşleri. Her gün yenilerine açmaya… Şu ana kadar 653 tane açmışız. Açanların alnından öpüyorum, açılacak kreşleri bekliyorum. Kreşleri hızla artıracağız. Asla ve asla kimseyi umutsuz, kimseyi bir başına bırakmayacağız. Tabii Cumhuriyet Halk Partisi’nin AK Parti ile bir karşılaştırmasını yapalım. Bu 2024 yılı iktidar partisi. Kreş kapatan parti, ‘Kreş kapat’ yazısı yazan parti. Bu 1935. Cumhuriyet Halk Partisi dördüncü büyük kurultayı görüşmeleri tutanağı. 1935. Tayyip Bey sıkıştığı zaman devlet arşivine dalıp da CHP ile ilgili bir şey arıyor ya, bakın ne buldum. Şehir ve kentlerde süt damlalarını, süt çocukları için bakım ve danışma evlerini, kreşleri, öksüz yurtlarını çoğaltmak. Cumhuriyet Halk Partisi. O geçmişten husumet bulup da, geçmişten bir kelime bulup da bir yalana çevirip de o laf ettiğin Cumhuriyet Halk Partisi bundan 90 yıl önce, süt bebeleri için kreşleri, bakımevlerini, öksüz yurtlarını çoğaltmak diyor. Sen 2024’te üç kuruşluk oy hesabıyla kapatmaktan bahsediyorsun. İşte ‘Cehape zihniyeti’, işte sana AK Parti’nin geldiği nokta.
11 AYDIR ASGARİ ÜCRETE ZAM YOK, NEDEN HALA YÜKSEK ENFLASYON?
Yılın son ayına giriyoruz. Aralık‘ta 2025 asgari ücreti belirlenecek. Geçen hafta sendikalar geldi. DİSK, HAK-İŞ, TÜRK-İŞ. Verdikleri, üzerinde mutabık oldukları veriye göre Türkiye’de işçilerin yüzde 57’si asgari ücret alıyor. Bu rakam Avrupa’da, Avrupa Birliği ülkeleri arasında yüzde 9. Bir tarafta 100 kişiden 9’u asgari ücret alıyor, asgari ücretleri çok yüksek. Ama hızla işçi kıdem aldıkça altı ay, bir yıl içinde asgari ücretten kurtuluyor, kopuyor, daha yukarılara gidiyor. Bizde her sene asgari ücret alanların sayısı artıyor. Çünkü gitgide emek daha çok sömürülüyor. Türkiye’deki oran yüzde 57. Beş işçiden üçü asgari ücretle çalışıyor. Ve bu iktidar asgari ücretin nasıl artırılacağına çalışacağına, ‘Asgari ücretle ilgili nasıl algı operasyonları yapabilirim, nasıl insanları kandırabilirim’ ona çalışıyor. Diyor ki, ‘Enflasyonu düşürmek için gerçekleşen enflasyona göre değil hedeflenen enflasyona göre zam vermeliyiz’. Türkçesi, 17 bin lira olan, seçimden önce ‘Yılda dört kez enflasyon ayarlaması yaparız’ deyip, 11 aydır enflasyona mahkûm edilen, bir yıl boyunca zam yapılmayan 17 bin 2 liralık asgari ücret, verildiği güne kadar alım gücü 9 bin liraya düşmüş olan asgari ücret. Bugün o asgari ücrete enflasyon kadar, yüzde 49 ya, yüzde 50, yüzde 49 zam yapmak yerine ‘Biz yüzde 22 enflasyon hedefliyorduk, o zammı yapalım. Sonra yüzde 22 diyelim, son gün 30’a çıkaralım, bu işi yüzde 30’a bağlayalım’ diye düşünüyorlar. Yani ‘17 bin liralık asgari ücreti 22 bin lira yapıp, bir sene boyunca insanlara bu asgari ücrete mahkûm edelim’. Bütün hesap bu. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın yaptığı hesaplamaya göre asgari ücrete yapılan yüzde 1’lik zam, enflasyonu 10 binde 7 etkiliyor. Geri kalanı bu hükümetin yaptığı diğer işlerden etkileniyor. Ama bir laf yaymaya çalışıyorlar, ‘Asgari ücrete zam verirsek fiyatlar fırlar’. 11 aydır zam vermiyorsun asgari ücrete. Neden fırladı bu fiyatlar? Neden hala yüzde 50 enflasyon? Baz etkisi hariç enflasyon düşmüş değil. Aylık enflasyon yüzde 3 şu anda, yüzde 3. Bakın yüzde 3 dünyadaki 80 ülkeden fazla, çok geliyor değil mi? Yüzde 3 aylık enflasyonumuz, dünyadaki 80 ülkenin yıllık enflasyonundan fazla. ‘Enflasyon bütün dünyada var’ diyorlar ya, dünyada 80 ülkenin enflasyonu yüzde 3’ün altında, yıllık. Bizim aylık yüzde 3. Bir de asgari ücrete zam yapmayınca enflasyon düşecekti. Biz bütün dünyada enflasyonda sondan beşinciyiz, daha doğrusu bütün dünyada yüksek enflasyonda beşinciyiz. Bizden daha kötü dört ülke var. Arjantin, Suriye, Sudan, Zimbabve. Onun dışında 200’ün üzerindeki ülkenin enflasyonu bizden çok daha iyi. Haritada yerini bilmediğin, adını belki duymadığın ülkeler var enflasyonu bizden düşük. Bu ülkeyi 22 yıldır yönetenler, bu ülkeyi Zimbabve’nin durumuna düşürdüler. Bu ülkedeki enflasyondan iyi 200’ün üzerinde ülke var. Ve sen iktidar olarak vergi artışlarını yapacaksın, iğneden ipliğe zam yapacaksın, kamudaki israfı bitirmeyeceksin sonra çıkıp ‘Asgari ücretliye zam vermeyelim ve enflasyonu düşürelim’ diyeceksin. Bu milletin sırtından düşeceksin kardeşim. Bu milletin sırtından düşeceksin. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak çok net tavrımızı sürdürüyoruz. Asgari ücret talebimiz 30, bunun altında biz yokuz. Bunun altında yokuz. 2025 yılının ilk altı ayı için 30 bin lira asgari ücret, ikinci altı ayda enflasyon zammı öneriyoruz.
GAZETECİLERİN SAÇLARININ KILINA ZARAR GELİRSE SORUMLUSU DEVLET BAHÇELİ’DİR
Sayın Devlet Bahçeli, bugün bir grup konuşması yaptı. Bizim pozisyonumuz belli. Devlet Bey her hafta pozisyonunu teyit, söylemini tekrar, ittifak ortağının yükünü hafifletme, ona gelecek tepkileri üzerine çekme derken bu hafta da yeni bir şey söyledi. Takip ediyoruz, takip edeceğiz. Biz pozisyonumuzu anlattık, biraz önce söylediğim beş hususta Cumhuriyet Halk Partisi samimi olarak durduğu yerde durmaktadır. Sayın Bahçeli dünya kadar söz söyledi ama şu kısmı önemli. ‘Bilhassa Halk TV baştaki olmak üzere MHP’ye saldırı ortamı açan, teşvik eden medya organlarını ve medya patronlarını tek tek not aldığımızı, yeri zamanı gelince burunlarından fitil fitil getireceğimizi, kalabalıkta yapılan itibar suikastinin tenhada özrünün kabul edilmeyeceğini duyurmak istiyorum’ diyor. Sayın Bahçeli bunu yapma. Bir, açıkta yapılan kusurun tenhada özürü diye bir şey varsa, bunun patenti şahsına aittir. Bunu hepimiz biliyoruz. Ama şu kadarını söyleyelim. Bir televizyon kanalı başta ve tüm medya organlarını, gazetecileri, patronları teker teker not edecekmiş, burnundan fitil fitil getirecekmiş. Bir ülkede eğer o ülkedeki rejimin adı demokrasi ise yönetim şekli Cumhuriyet ise o oturduğumuz koltuklara bizi millet oturtuyorsa sen yasama kadar önemli olan ve şu anda vatandaşın hakkını, hukukunu savunmakla mükellef olan basını, gazeteyi ve medyayı tehdit edemezsin, önlerinde biz varız, arkalarında biz varız. Asla ve asla bugünden itibaren başta Halk TV, herhangi bir televizyonun, gazetenin, gazetecinin saçının kılına zarar gelirse milletimiz bilsin ki Devlet Bey’in talimatıyla, Milliyetçi Hareket Partisi yapmıştır. Nedir bu ya? Kabadayı mısınız siz? Kabadayılığın bu millete ne faydası var? Gazeteci zaten küçücük maaşlarla çocuk büyütüyorlar, o Halk TV’nin Meclis’teki muhabiri daha yeni bebeğini, anne kuzusunu evde bırakıyor koşuyor burada ekmeğinin peşinde. Sen kimi nasıl niye tehdit ediyorsun? Buradan bir kez daha söylüyorum, Milliyetçi Hareket Partisi’nin seçmenine, Cumhur İttifakı’nın seçmenine, küçücük çocukları olan, her birisi baba olan, anne olan, eş olan, evlat olan, ekmeğinin peşindeki gazetecileri tehdit ediyorlar, saçlarının kılına zarar gelirse sorumlusu Devlet Bahçeli’dir.
YERE BATSIN BÖYLE REJİM
Bir de bize söylediği bir laf var. Hiçbirine cevap vermem de şunu iki satır söylemek lazım. Pazar günü gitmişim, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nda konuşma yapmışım, dostluktan, kardeşlikten, eşitlikten bahsetmiştim. Bütün muhalefetin bir arada durmasını ve bu rejimi eninde sonunda değiştireceğimizi söylemişim. Diyor ki bana, ‘Hangi rejimi değiştiriyorsun? Cumhuriyet rejimini mi?’ diyor ‘Cumhuriyet’in kurucu partisi Cumhuriyet rejimini hedef aldı’ diyor. Sayın Bahçeli Cumhuriyet’in kurucu partisi Cumhuriyet’i hedef alanlara karşı tam düşeceklerken koluna giren sana rağmen, tökezlediklerinde ayağa kaldıran sana rağmen, lastik patlayınca yedek lastiği takan sana rağmen bu rejimi korumaya devam ediyor. Bizim ortadan kaldıracağımız rejim, saray rejimidir. O rejim ki, Cumhuriyet rejimi dursun, saray rejimi son bulsun diye mücadele ediyoruz. Saray rejimi, o rejimdir ki başkentin ortasında bir siyasi partinin Gençlik Kolları Başkanlığını, Ülkü Ocakları Başkanlığı yapmış, iki kız çocuk babasını çekip vururlar, siyaset arkadaşları onun kanını yerde bırakır, ittifak ortakları, azmettiricileri bile bile konunun üstüne dokunmaz, ittifak zarar görmesin. Yıkılsın böyle rejim. Yıllarca dirsek çürütmüş, eli nasır tutmuş, gözünün nuru akmış emekliye 12 bin 500 lira verip pazar dağılınca yüzünü göstermeden girer ezik çürük domatesleri toplar emekliler ve giderler kırık yumurta alırlar, bayat ekmek satın alırlar. Kırık yumurta, çürük domatesle yaptığı menemene bayat ekmek banarlar. Yıkılsın böyle rejim.
DEVLET BAHÇELİ KURDU O SARAY REJİMİNİ
O rejim ki, altı yaşında Narin Kur’an kursundan çıkar, güya eve varmaz. Aranır, aranır, günler sonra çuvalda bulunur. O Narin’in başına ne geldiğini savcılar bilemez ama ittifak ortağının milletvekili bilir. Ama ‘Söyleyemem o köydekilerin hepsi dostumuzdur’ der. Ve Narin’in katilini milletvekilinin bilip savcının bilmediği rejim var ya o rejim. Yıkılsın bu rejim. Vergiyi, yüzde 68’ini patronla işçiden aynı alırsınız, dolaylı vergi. Yüzde 20 çalışanlardan toplarsınız, patronlardan yüzde 10 vergi alırsınız. ‘Vergide adalet’ diyene, hak arayana terörist damgası vurursunuz. Alın teri sömürülürken sarayda ittifak ortaklarınızla keyif çatarsınız ve sonra da o rejimin gardiyanlığına soyunursunuz. O rejimi kim kurdu biliyor musunuz Sayın Bahçeli? Tekeden süt çıkaran, suda ateş yakan, balda tuzu bulan, ‘Herkesten olur, senden Cumhurbaşkanı olmaz Recep Tayyip Erdoğan’ diyen Devlet Bahçeli kurdu o saray rejimini. Yere batsın rejiminiz. O rejim yıkılacak, bunların hepsinin hesabı teker teker sorulacak.